2023 YılıHGK

Avukatın özen yükümlülüğü- Hakların yarışması ilkesi- Zamanaşımı-

Davacının, “davalı avukatının dosyaları takip etmemesi nedeniyle uğradığı zararın tazmini” için açtığı davada, davacı sözleşmeye aykırılıkla birlikte, şikâyet üzerine, davalının görevi kötüye kullanma suçundan cezalandırıldığını da belirttiğinden, hakların yarışması ilkesi gereği, zamanaşımı yönünden hangi hukuk kuralı lehine olacaksa onun uygulanması gerektiği- Avukatlık Kanunu’nun 40. maddesinde özel zamanaşımı belirlenmek suretiyle sözleşmeye dayanılarak avukata karşı açılacak tazminat davalarında bu hakkın doğumunun öğrenildiği tarihten itibaren bir yıl ve her hâlde zararı doğuran olaydan itibaren beş yıl geçmekle dava hakkının düşeceği belirtilmişse de, fiilin aynı zamanda suç teşkil etmesi hâlinde uzun olan ceza zamanaşımının uygulanması gerektiği-

1. Taraflar arasındaki maddi ve manevi tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Adana 3. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın zamanaşımı nedeniyle reddine ilişkin karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 13. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:

I.  YARGILAMA SÜRECİ

Davacı istemi

4. Davacı vekili, müvekkilinin çeşitli icra ve dava dosyalarının takibi için davalı avukatı vekil tayin ettiğini ancak davalının vekilliğini yürüttüğü dosyaları takip etmemesi nedeniyle maddi ve manevi zarara uğradığını, şikâyeti üzerine görevi kötüye kullanma suçundan yapılan yargılama sonucunda cezalandırılmasına  karar  verildiğini  ileri  sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 10.000,00 TL maddi tazminat ile 40.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı cevabı

5. Davalı vasisi, davanın zamanaşımına uğradığını, ceza dosyasının kesinleşmediğini, tazminat hakkının doğmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesi Kararı

6. Adana 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 24.05.2016 tarihli ve 2011/1017 Esas, 2016/261 Karar sayılı kararı ile; Develi Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/231 Esas sayılı dosyasında davacının vekilliğini üstlenen davalı avukatın sürekli mazeret göndererek duruşmalara katılmadığı, bu şekilde dosyanın işlemden kaldırıldığı, 26.09.2008 tarihinde davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği, zarara konu eylemin bu tarihte gerçekleştiği, davacının Adana Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği 22.12.2009 tarihli dilekçe ile  zararı iki  ay kadar önce  öğrendiğini belirttiği, davanın 1136 sayılı  Avukatlık Kanunu’nun 40 ıncı maddesinde düzenlenen bir yıllık zamanaşımı süresinden sonra 24.11.2011 tarihinde açıldığı gerekçesiyle davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı

7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.

8. Yargıtay (Kapatılan) 13. Hukuk Dairesinin 26.02.2019 tarihli ve 2016/24914 Esas, 2019/2485 Karar sayılı kararı ile; “…Davacı, tarafı olduğu icra takip ve dava dosyaları için vekalet verdiği davalı avukatın vekalet görevini gereği gibi yerine getirmediğinden zarara uğradığını ileri sürerek uğradığı zararın tahsili istemiyle eldeki davayı açmıştır. Davalı, zamanaşımının dolduğunu ileri sürmüştür. Mahkemece, Avukatlık Kanunu’nun 40. maddesi gereğince zararın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık süre içerisinde davayı açılmadığından zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir. Dosyanın incelenmesinde, davacı tarafından yapılan suç duyurusu üzerine, Kayseri 1. Ağır Ceza Mahkemesinde “görevi kötüye kullanmak” suçundan açılan ceza davasında, 21.09.2011 tarihli kararla davalı avukatın cezalandırılmasına karar verildiği, kararın temyizi üzerine Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin 11.06.2015 tarih 2013/14078 E., 2015/12367 K. sayılı ilamı ile, hükümden sonra davalı avukatın ölmüş olması nedeniyle kararın bozulmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. Davalı avukatın, iş bu davanın dayanağı olan eyleminin, Türk Ceza Kanunu’na göre “görevin kötüye kullanılması” niteliğinde olup, suç teşkil ettiği görülmektedir. Borçlar Kanununun 60/II. maddesinde “….şu kadar ki zarar ve ziyan davası, ceza kanunları mucibince müddeti daha uzun müruruzamana tabi cezayı müstelzim bir fiilden neşet etmiş olursa şahsi davaya da o müruruzaman tatbik olunur….” denilmek suretiyle zamanaşımı süresi için Ceza Kanununa atıfta bulunulmuş olup, anılan hükme göre, tazminat davasının, ceza kanunları gereğince süresi daha uzun zamanaşımı süresine tabi, cezayı gerektiren bir eylemden doğmuş olması halinde, ceza zamanaşımı süresinin uygulanacağı açıktır. Kaldı ki bu maddenin uygulanması için, ceza davasında tazminat istenmesi gerekmediği gibi, eylemi işleyen hakkında ceza davası açılmış olması ya da mahkumiyet kararı verilmiş olması da gerekli değildir. Sadece eylemin suç niteliğini taşıması yeterlidir. Somut olayda, ceza zamanaşımı süresi dolmamıştır. Öte yandan taraflar arasındaki vekalet ilişkisi de hukuken son bulmamıştır. O halde, mahkemece, işin esası incelenerek, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, bir yıllık zamanaşımı süresinin dolduğundan bahisle davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı

9. Adana 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 15.10.2020 tarihli ve 2019/210 Esas, 2020/214 Karar sayılı kararı ile; önceki gerekçe tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

10. Mahkemenin direnme kararına karşı süresi içinde davacı vekilinin temyiz isteminde bulunması üzerine Hukuk Genel Kurulunun 24.06.2021 tarihli ve 2021/(13)3-430 Esas, 2021/827 Karar sayılı kararı ile; usulün aradığı nitelikleri haiz kısa karar kurulmadığı gerekçesiyle hükmün usulden bozulmasına karar verilmiştir.

11. Mahkemece 23.11.2021 tarihli ve 2021/345 Esas, 2021/607 Karar sayılı karar ile; Hukuk Genel Kurulunun usul bozmasına uyularak önceki gerekçeyle davanın zamanaşımı nedeniyle reddi yönünde direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi

12.  Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II.  UYUŞMAZLIK

13. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı avukatın vekâlet görevini gereği gibi yerine getirmemesi nedeniyle zarara uğranıldığı iddiasıyla tazminat istenilen somut olayda Avukatlık Kanunu’nun 40 ıncı maddesindeki bir ve beş yıllık zamanaşımı süresinin mi yoksa avukatın eyleminin aynı zamanda suç teşkil ettiği değerlendirmesiyle ceza zamanaşımı süresinin mi uygulanması gerektiği, buradan varılacak sonuca göre davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesinin yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

III.  GEREKÇE

14. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle ilgili yasal düzenlemelere değinmekte fayda vardır.

15. Somut olaya uygulanması gereken 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 126/4 üncü maddesinde, vekâlet sözleşmesinden doğan davalar için öngörülen beş yıllık zamanaşımı süresi, avukatlık sözleşmesinden doğan davalarda da  geçerlidir. Bununla  beraber  1136  sayılı Avukatlık  Kanunu’nun  40 ıncı maddesinde avukata karşı açılan “tazminat davaları” yönünden özel bir zamanaşımı süresi de öngörülmüştür.

16. Anılan maddede, “İş sahibi tarafından sözleşmeye dayanılarak avukata karşı ileri sürülen tazminat istekleri, bu hakkın doğumunun öğrenildiği tarihten itibaren bir yıl ve her halde zararı doğuran olaydan itibaren beş yıl geçmekle düşer” hükmü bulunmaktadır.

17. Avukatlık Kanunu’ndaki özel düzenleme bu şekilde olmakla birlikte sözleşmeye aykırılık hâlinin aynı zamanda suç teşkil etmesi durumunda uygulanacak zamanaşımı süresi uyuşmazlık noktasını oluşturmaktadır.

18. Borçlar Kanunu’nun 98 inci maddesinde düzenlenen; “Haksız fiillerden mütevellit mesuliyete müteallik hükümler, kıyasen akde muhalif hareketlere de tatbik olunur” hükmüne göre haksız fiil sorumluluğuna ilişkin hükümler kıyas yoluyla sözleşmeye aykırılık hâllerine de uygulanır.

19. Gelinen noktada, öncelikle, maddi zararların tazmini istemiyle açılan davalarda zamanaşımı konusuna ilişkin yasal durum ve yerleşik uygulamaya egemen ilkeler hakkında genel açıklamaların yapılmasında yarar bulunmaktadır.

20. Haksız fiil sorumluluğunda zamanaşımının temel amacı ve işlevi, sorumluluğun zamanla sınırlandırılması, belirsiz süre boyunca sorumlu kişinin tazminat baskısı altında tutulmamasıdır. Bu sebeple özellikle sözleşme dışı sorumluluk hâllerinde objektif bir zaman noktası başlangıç alınmış ve sorumlu kişiye karşı tazminat taleplerinin bu azami süre içinde ileri sürülebilmesine izin verilmiştir. Bu anlamda zamanaşımı kurumu bir maddi hukuk kurumu değildir. Bir borcu doğuran, değiştiren, ortadan kaldıran bir olgu olmayıp doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır.

21. Haksız fiil, BK’nın 41 inci maddesinde tanımlanmış, 60 ıncı maddesinde de haksız fiil sorumluluğundan kaynaklanan maddi ve manevi zararın tazmini istemi ile açılacak davaların bağlı olduğu zamanaşımı süreleri özel olarak düzenlenmiştir. BK’nın 60 ıncı maddesinde üç türlü zamanaşımı süresi öngörülmüş olup bunlar, zararın ve failin öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık sübjektif ve nispi nitelikteki kısa zamanaşımı süresi, herhâlde haksız fiil tarihinden itibaren on yıllık objektif ve mutlak nitelikte uzun zamanaşımı süresi ile olağan üstü nitelikteki ceza zamanaşımı süresidir (Fikret EREN: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 9. Baskı, İstanbul 2006, s. 794).

22. Ayrıca 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) konuya ilişkin 49 ve 72 nci maddelerinin de aynı yönde düzenleme içerdiği belirtilmelidir.

23. Aynı fiil bazen hem tazmin hem de ceza sorumluluğunu gerektiren bir fiil olabilir. Bu fiile göre ceza kanununun daha uzun bir zamanaşımı süresi öngördüğü hâllerde, tazminat davasının daha önce zamanaşımına uğraması tutarlı bir çözüm oluşturmaz. Zira, cezalandırma müeyyide olarak tazminattan daha ağırdır. Bu sebeple, kanun koyucu uyum sağlamak amacıyla ceza davası için öngörülen zamanaşımı süresince tazminat davasının da devamını temin bakımından genel olarak BK 60/II (6098 sayılı TBK md. 72/I), özel olarak da özel kanunlarda düzenleme yapmıştır.

24. Bu bakımdan haksız eylem aynı zamanda ceza kanunları gereğince bir suç teşkil ediyorsa ve ceza kanunları ya da ceza hükümlerini ihtiva eden sair kanunlar bu eylem için daha uzun bir zamanaşımı süresi tayin etmişse, tazminat davası da ceza davasına ilişkin zamanaşımı süresine tâbi olur. Nitekim bu husus 07.12.1955 tarihli ve 17/26 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da vurgulanmıştır. Dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve ceza kanunu bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş bulunursa, bu süre, maddi tazminat talepleri için de geçerlidir.

25. Nitekim, aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 29.05.2015 tarihli ve 2015/17-437 Esas, 2015/1471 Karar; 05.06.2015 tarihli ve 2014/17-2198 Esas, 2015/1495 Karar; 16.09.2015 tarihli ve 2014/17-116 Esas, 2015/1771 Karar sayılı kararlarında da benimsenmiştir.

26. Dolayısıyla, BK’nın 98 inci maddesi gereğince haksız fiil sorumluluğuna ilişkin hükümlerin kıyas yoluyla sözleşmeye aykırılık hâllerine de uygulanması gerekeceğinden uyuşmazlık konusu olan avukatlık sözleşmesi ilişkisinde de anılan hükümlerin tatbiki suretiyle ceza zamanaşımı süresinin uygulanması gerekir.

27. Öte yandan, BK’da düzenlenmeyen ancak TBK’nın 60 ıncı maddesinde “sebeplerin yarışması” başlığı altında “Bir kişinin sorumluluğu, birden çok sebebe dayandırılabiliyorsa hâkim, zarar gören aksini istemiş olmadıkça veya kanunda aksi öngörülmedikçe, zarar görene en iyi giderim imkanı sağlayan sorumluluk sebebine göre karar verir” hükmü bulunmaktadır.

28. Bazı durumlarda zarar doğurucu eylem hem borca aykırılık hem de haksız fiil teşkil edebilir. Başka bir deyişle borçlunun zarar görenle arasındaki sözleşmeye aykırı davranışı aynı zamanda genel bir davranış kuralının da ihlâlini teşkil etmekteyse, aynı olayda hem sözleşmeden doğan sorumluluk hem de haksız fiil sorumluluğu söz konusu olacaktır. Açıklanan durumun varlığı hâlinde Türk hukukunda hâkim olan görüş bu iki sorumluluğun yarışması (hakların telâhuku) görüşüdür. Hakların yarışmasında, zarar görenin tazminat istemini isterse sözleşmenin ihlâli isterse haksız fiil hükümlerine dayandırma yönünde bir tercih hakkının bulunduğu; dayanılan hukuki sebep açıkça belirtilmediyse, hâkimin önüne gelen olay bakımından hangi sorumluluk hâli zarar gören lehine ise o hükümleri bir bütün olarak uygulaması gerektiği kabul edilir.

29. İddiaya dayanak kılınan hukuki düzenlemelerin ne olduğu konusunda açık hüküm veya dosyaya yansıtılmış taraf iradesinin bulunmadığı hâllerde, hangi hükümlerin zarar gören lehine olduğunun nasıl belirlenmesi gerektiğine ışık tutmak faydalı olacaktır.

30. Haksız fiil sorumluluğunda zarar gören, failin kusurunu ispatla yükümlü olduğu hâlde (BK md. 42; TBK md. 50/1), sözleşmeden doğan sorumlulukta durum tam tersidir; borçlu sorumluluktan kurtulmak için kusursuzluğunu ispat etmek zorundadır (BK md. 96; TBK md. 112). Böylece sözleşmeden doğan sorumlulukta, alacaklı borçlunun kusurunu ispat yükümlülüğünden kurtarılmak suretiyle daha iyi duruma getirilmiştir. Bu itibarla, borçlunun kusursuzluğunu ispatla yükümlü olduğuna ilişkin hükmün aksi taraflarca kararlaştırılmadığı takdirde, zarar görenin tazminat davasını sözleşmeden doğan sorumluluğa dayandırması kendisi için daha elverişlidir (Turgut Öz/ Kemal Oğuzman: Borçlar Hukuku Genel Hükümler C. I, İstanbul, 2011, C. 1, s. 504; Hâluk Tandoğan : Türk Mes’uliyet Hukuku Akit Dışı ve Akdi Mesuliyet, Ankara, 1961, s. 533). Buna karşılık, haksız fiil teşkil eden fiille ihlâl edilen normun bir kusursuz sorumluluk hâlini düzenlemesi durumunda kusurun ispatı söz konusu olmayacağından, haksız fiil sorumluluğuna başvurmak zarar gören için daha avantajlı olur. Tazminat yükümlüsüne kurtuluş kanıtı getirerek sorumluluktan kurtulma imkânının tanındığı kusursuz sorumluluk hâllerinde de aynı sonuca varmak mümkündür. Zira sorumlu kişi için kurtuluş kanıtı getirmek çoğu kez kusursuzluğunu ispat etmekten daha zordur (Hukuk Genel Kurulunun 10.06.2020 tarihli ve 2017/11-14 Esas, 2020/395 Karar sayılı kararı).

31. Şu hâlde zarar gören sözleşmeye aykırılığa dayanmışsa, sadece sözleşmeye ilişkin hükümler uygulanacağından ceza zamanaşımı süresi uygulanmaz. Ancak zarar gören sözleşmeye dayanmasına rağmen zamanaşımı süresi yönünden ceza zamanaşımı süresinin uygulanmasını talep etmişse, hâkim işin esasına yönelik olarak sözleşmeye ilişkin hükümleri, süre konusunda da ceza zamanaşımı hükümlerini uygulamalıdır (Mehmet Akif Tutumlu, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununa Göre Ceza (Uzamış) Zamanaşımının Uygulanma Koşulları, Terazi Hukuk Dergisi, C.14, Sayı 149, Ocak 2019, s. 102-107).

32. Bu ilke ve açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı, avukat olarak icra ve dava dosyalarını takip eden davalının gerekli olan özeni yerine getirmeyerek dosyaları takip etmemesi nedeniyle zarara uğradığını, yapılan şikâyet üzerine görevi kötüye kullanma suçundan cezalandırıldığını ileri sürerek tazminat isteminde bulunmuş; İlk Derece Mahkemesince 22.12.2009 tarihli şikâyetinden iki ay öncesinde davacının durumu öğrenmiş olmasına rağmen Avukatlık Kanunu’ndaki bir yıllık sürenin geçirilmesinden sonra 24.11.2011 tarihinde dava açtığı gerekçesiyle davanın zamanaşımından reddine karar verilmiştir. Dava dilekçesinden davacının sözleşmeye aykırılıkla birlikte haksız fiili de belirtmesiyle buna da dayandığının kabulü gerekeceğinden hakların yarışması ilkesi gereği, zamanaşımı yönünden hangi hukuk kuralı lehine olacaksa onun uygulanması gerekir. Avukatlık Kanunu’nun 40. maddesinde özel zamanaşımı belirlenmek suretiyle sözleşmeye dayanılarak avukata karşı açılacak tazminat davalarında bu hakkın doğumunun öğrenildiği tarihten itibaren bir yıl ve her hâlde zararı doğuran olaydan itibaren beş yıl geçmekle dava hakkının düşeceği belirtilmiş ise de fiilin aynı zamanda suç teşkil etmesi hâlinde uzun olan ceza zamanaşımının uygulanması gerekir.

33. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire kararına uyulması gerekirken direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

34. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı, 6217 sayılı Kanun’un 30 uncu maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü

Muhakemeleri Kanunu’nun 429 uncu  maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Aynı Kanun’un 440/III-1 inci maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere,

31.05.2023 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.

HGK. 31.05.2023 T. E: 2022/(13)3-597, K: 545

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu