TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
BİRİNCİ BÖLÜM |
KARAR |
ERK İNŞAAT TAAHHÜT HAZIR BETON TURİZM SANAYİ VE TİCARET A.Ş. BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2020/19773) |
Karar Tarihi: 20/3/2024 |
R.G. Tarih ve Sayı: 10/7/2024-32598 |
BİRİNCİ BÖLÜM |
KARAR |
BAŞVURUNUN KONUSU
Başvuru; icra dairesince gerçekleştirilen açık artırma ihalesinde satın alınan taş kırma ocağı makinelerinin ihale kesinleşmediği için teslim edilmeden önce çalınması ve bu suretle ortaya çıkan zararın giderilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının, uzun süren yargılama nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
BAŞVURU SÜRECİ
Başvuru 13/7/2020 tarihinde yapılmıştır.
Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
Uyuşmazlığın Arka Planı ve İhalenin Feshi Davası Süreci
Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
İslâhiye İcra Dairesinin başvurucunun alacaklı olarak yer aldığı,2011/139 sayılı takip dosyasında borçluya ait taş kırma ocağı makineleri (120’lik PDK konkasör, altı taşıma bandı, bir tersiyer, bir elek, bir silo) 28/3/2011 tarihinde haczedilmiş, alacaklı vekilinin talebi ile aynı tarihte borçlunun şantiye sahasında Ş.S.yeyediemin olarak yerinde teslim edilmiştir.
İcra dairesince satışa çıkarılan haciz konusu malları 30/6/2011 tarihinde yapılan ikinci ihalede başvurucu 255.293,45 TL’ye satın almıştır. Başvurucu; üçüncü kişilerden aldığı ihbarlar sonucu, kimliği belirsiz kişilerce haciz konusu malların çalınacağı duyumu aldığını, 4/7/2011 tarihinde icra dairesi ve İslâhiye Jandarma Komutanlığına gönderdiği faks ile bildirmiş ve gerekli güvenlik önlemlerinin alınmasını talep etmiştir. Bu tarihte mallar yediemindedir ve ihale kararı kesinleşmediğinden başvurucuya teslim edilmemiştir.
Akabinde başvurucu, malları teslim almak için icra dairesine başvurmuş ancak malların büyük kısmının yerinde olmadığı anlaşılmıştır. Başvurucu 6/7/2011 tarihinde icra dairesinden taş kırma ocağına ait birçok makinenin mahallinde olmadığının tespitini talep etmiş, bilirkişiler tarafından tespit yapılarak rapor hazırlanmıştır. Bilirkişiler taş kırma ocağında, silo ve titreşim dinamosu, kontrol panoları ile motorun yerinde olmadığını tespit etmiş; bu hâliyle 120’lik konkasörün çalışmasının mümkün olmadığını raporlarında bildirmiştir. Bilirkişi raporunda bu nedenle oluşan zararın 208.500 TL olduğu belirtilmiştir. Başvurucu oluşan zarar karşısında teslim edilen taş kırma ocağı makinelerinde esaslı hata olduğu iddiasıyla İslâhiye İcra Hukuk Mahkemesinde (İcra Mahkemesi) ihalenin feshi davası açmıştır.
İcra Mahkemesi 21/10/2011 tarihinde davanın reddine karar vermiş kararda ihaleden sonra ortaya çıkan hırsızlık olayı nedeniyle ihalenin feshi davası açılamayacağını, mülkiyetin ihale anından alıcıya geçtiği bu andan itibaren ortaya çıkan zarara alıcının katlanması gerektiğini belirtmiştir. Başvurucu bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 5/6/2012 tarihinde İcra Mahkemesi kararını onamıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Daire tarafından 20/12/2012 tarihinde reddedilmiştir.
Ceza Soruşturması Süreci
Yediemin Ş.S.nin İslâhiye Cumhuriyet Başsavcılığının 26/12/2011 tarihli iddianamesiyle, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 289. maddesinin birinci fıkrası gereğince muhafaza görevini kötüye kullanma suçunu işlediğinden bahisle İslâhiye Sulh Ceza Mahkemesinde (Ceza Mahkemesi) Ş.S. hakkında kamu davası açılmıştır.
Ş.S., Ceza Mahkemesindeki savunmasında özetle yediemin olarak kendisine dört taşıma bandı, bir makine teslim edildiğini, bu sahanın içinde kendisine yediemin olarak teslim edilen malların dışında başka mallar da olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Yediemin Tutanağı’na teslim edilen malların özellikleri ve numaralarının yazılmadığını, Şantiye Şefi S.A.nın malları götürdüğünü, bu nedenle bir eksilme olduğunu ve suç işleme kastının bulunmadığını açıklamıştır.
Ceza Mahkemesi 5/12/2012 tarihinde, Ş.S.nin muhafaza görevini kötüye kullanma suçunu işlediğinden 5237 sayılı Kanun’un 289. maddesinin birinci fıkrası gereğince mahkûmiyetine ve adli para cezası verilmesine karar vermiştir. Gerekçeli kararda 6/7/2011 tarihli bilirkişi raporunda tanzim edildiği şekilde sanığın kendisine bırakılan mahcuz mallardan 208.500 TL tutarında eksiltme yapmak suretiyle tasarrufta bulunduğunun sabit olduğunu belirtmiştir. Ceza Mahkemesinin mahkûmiyet kararı kanun yollarına başvurulmadan kesinleşmiştir.
Başvuruya Konu Tazminat Davası Süreci
Başvurucu 27/7/2013 tarihinde Ankara 27. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) Jandarma Genel Komutanlığı ve Bakanlık aleyhine 255.293,45 TL’nin 30/6/2011 tarihinden itibaren işletilecek avans faiziyle birlikte ödenmesi için tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde ihale konusu malın teslim edilmeden önce çalındığını, hırsızlık olayının önlenmesi bakımından jandarmanın ve icra dairesinin üzerine düşen yükümlülüğü yerine getirmediğini, ihale kesinleşmeden taşınır malın alıcıya teslim edilmediği gözönüne alındığında malın teslim anına kadar ortaya çıkan zararın 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 5. maddesi kapsamında devlet tarafından tazmin edilmesi gerektiğini belirtmiştir.
Bakanlık 26/2/2014 tarihli dilekçesinde haciz ve satış işlemlerinin yapıldığı tarihte icra müdürü olan A.T. ve müdür yardımcısı olan A.K.A.ya davanın ihbar edilmesini talep etmiştir. Mahkeme 12/6/2014 tarihli ilk duruşmada ihbar olunan A.K.A.nın davaya müdahil olarak katılma talebini kabul etmiştir. Davalılar savunma dilekçelerinde ferî davaya konu malın mülkiyetinin ihale anında alıcıya (davacıya) geçtiğini, bu andan itibaren hasarın alıcı üzerinde olduğunu, malın korunmasından ve muhafazasından alıcının sorumlu olduğunu ileri sürmüştür.
Mahkeme 15/9/2014 tarihinde Jandarma Genel Komutanlığı aleyhine açılan davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine, Bakanlık aleyhine açılan davanın kabulüne, ihale için ödenen 255.293,45 TL’nin ödeme tarihinden itibaren işleyen yasal faiziyle birlikte başvurucuya ödenmesine karar vermiştir. Mahkeme gerekçeli kararında 6/7/2011 tarihli bilirkişi raporu ile sabit olduğu üzere satışa konu malların önemli parçalarının çalındığını, bu tespitin yapıldığı tarihte ihalenin henüz kesinleşmediğini ve alıcıya teslim edilmediğini belirtmiş; bu aşamada malın korunması görevinin icra müdürlüğünde olduğunu vurgulamıştır. Karar taraflarca ve ferî müdahil tarafından temyiz edilmiştir.
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi (Daire) 9/2/2016 tarihinde mahkeme kararının bozulmasına karar vermiştir. Bozma kararında; güvenlikle ilgili iş ve eylemlerin hizmet kusuru teşkil ettiği iddiasıyla Jandarma Genel Komutanlığına karşı idari yargı yerinde tam yargı davası açılması gerektiği, taşınır malın kendisine ihale edilen alıcının ihale anında o malın mülkiyetini iktisap ettiği, mülkiyetin intikali ile birlikte o malın nefînin ve hasarının da alıcıya geçtiği, ihaleden sonra, mal henüz alıcıya teslim edilmeden önce telef olsa (mesela yanmış olsa) bunun sonucuna alıcının katlanması gerektiği, somut olayda hırsızlık iddiasıyla başlatılan soruşturma kapsamında, B.A.nın davacı Şirket tarafından ihale tarihinde kum ocağında bekçi olarak görevlendirildiğine ilişkin kollukta alınan beyanı birlikte değerlendirildiğinde ihaleden sonra icra dairesi görevlilerinin muhafaza görevinden, dolayısıyla kusurundan söz edilemeyeceğinden Bakanlık yönünden davanın reddi gerektiği belirtilmiştir. Bozma kararına karşı başvurulan karar düzeltme talebi Daire tarafından 2/3/2017 tarihinde reddedilmiştir.
Bozma kararı sonrasında Mahkeme 27/2/2018 tarihinde, Jandarma Genel Komutanlığı aleyhine açılan davanın davaya bakmaya idari yargı görevli olduğundan görev yönünden reddine, Bakanlık aleyhine açılan davanın reddine karar vermiştir. Davanın reddine yönelik mahkeme kararı Dairenin 23/5/2019 tarihli kararıyla onanmış, karar düzeltme talebi Daire tarafından 1/6/2020 tarihinde reddedilmiştir.
Nihai karar 17/6/2020 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
Başvurucu 13/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
İLGİLİ HUKUK
Ulusal Hukuk
İlgili Mevzuat
2004 sayılı Kanun’un“Sorumluluk”kenar başlıklı 5. maddesi şöyledir:
“İcra ve İflas Dairesi görevlilerinin kusurlarından doğan tazminat davaları, ancak idare aleyhine açılabilir. Devletin, zararın meydana gelmesinde kusuru bulunan görevlilere rücu hakkı saklıdır. Bu davalara adliye mahkemelerinde bakılır.
2004 sayılı Kanun’un“Mahcuz malları muhafaza tedbirleri”kenar başlıklı 88. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“1 – Taşınırlar hakkında:
Madde 88 – (Değişik: 2/7/2012-6352/17 md.)
…
Diğer taşınır mallar, masrafı peşinen alacaklıdan alınarak muhafaza altına alınır. Alacaklı muvafakat ederse, istenildiği zaman verilmek şartıyla, muvakkaten borçlu yedinde veya üçüncü şahıs nezdinde bırakılabilir. Üçüncü şahsın elinde bulunan taşınır mallar haczedildiğinde, üçüncü şahsın kabulü hâlinde üçüncü şahsa yediemin olarak bırakılır. (Değişik cümle:24/11/2021-7343/7 md.) Haczedilmiş ancak muhafaza altına alınmamış mallar satış talebi üzerine muhafaza altına alınır veya ihale alıcısına teslime hazır hâle getirilir, aksi takdirde satış yapılamaz. (Ek cümle:24/11/2021-7343/7 md.) Sicile kayıtlı motorlu kara araçları bakımından 106 ncı madde hükmü saklıdır. …”
2004 sayılı Kanun’un 115. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Birinci ve ikinci ihale, icra müdürü tarafından, ilanda belirlenen gün ve saatte, haczedilen malın muhammen kıymetinin yüzde ellisi üzerinden başlatılır. Şartların yerine gelmesi hâlinde mal, en yüksek teklif verene ihale edilir. Şu kadar ki, artırma bedelinin haczedilen malın muhammen kıymetinin yüzde ellisi ile o malla güvence altına alınan ve satış isteyenin alacağına rüçhanı olan alacakların toplamından hangisi fazla ise bu miktarı ve ayrıca bu miktara ilave olarak paraya çevirme ve paylaştırma masraflarını da geçmesi şarttır. Artırmanın sona erdiği gün ve saatte şartların bulunması hâlinde, mal en yüksek teklif verene ihale edilmiş olur ve malın mülkiyeti ihale alıcısına geçer.”
2004 sayılı Kanun’un 118. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“İhale alıcısı, ihalenin feshi talep edilmiş olsa dahi artırma sonuç tutanağının ilanından itibaren yedi gün içinde satış bedelini nakden ödemek zorundadır.
Satılan mal, ihale kesinleşmeden teslim olunmaz ve resmî sicilde alıcı adına tescil edilmez.”
11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun“Mülkiyetin geçmesi”kenar başlıklı 279. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Artırmada taşınır bir mal alan kişi, onun mülkiyetini ihale anında kazanır.
…
Cebrî artırma sonucunda yapılan ihalelerde mülkiyetin geçmesine ilişkin özel hükümler saklıdır.
İsteğe bağlı özel artırmalarda mülkiyetin geçmesi genel hükümlere tabidir.”
6098 sayılı Kanun’un“Yarar ve hasar”kenar başlıklı 208. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Kanundan, durumun gereğinden veya sözleşmede öngörülen özel koşullardan doğan ayrık hâller dışında, satılanın yarar ve hasarı; taşınır satışlarında zilyetliğin devri, taşınmaz satışlarında ise tescil anına kadar satıcıya aittir.
…”
6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“1. (Değişik: 10/6/1994 – 4001/1 md.) İdari dava türleri şunlardır:
a) (İptal: Anayasa Mahkemesinin 21/9/1995 tarihli ve E.1995/27, K.1995/47 sayılı kararı ile; Yeniden Düzenleme: 8/6/2000 – 4577/5 md.) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları… “
Yüksek Mahkeme Kararları
Danıştay Onuncu Dairesinin 26/9/2005 tarihli ve E.2003/996, K.2005/5528 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
“…Davacının Erzurum Cumhuriyet Caddesinde bulunan işyerinin kapı ve kepenkleri üzerindeki kilitlerin kırılmak suretiyle 512 adet saatin çalındığından bahisle idarenin hizmet kusuru bulunduğu öne sürülerek uğranıldığı iddia edilen 97.355.000.000.- TL. zararın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle tazmini istemiyle açılan dava sonucunda; Erzurum İdare Mahkemesince; kişilerin can ve mal güvenliğinin sağlanması Devletin görevlerinden olmakla birlikte tazmin borcundan sözedilmek için idareye doğrudan yüklenebilen ve idarenin eylem ve işlemleriyle yakından ilişkilendirilen bir zararın doğması gerektiği, dava konusu olayda ise zararın adi suç niteliğindeki hırsızlık eyleminden doğduğu, hırsızlık olayının meydana gelmesinde idareye doğrudan yüklenebilecek bir eylem ve işlemin bulunmadığı, bu itibarla davacının işyerinin karakola yakın ve işlek bir cadde üzerinde bulunmasının davalı idare açısından tazmin borcunu doğurmayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Temyizen incelenen karar, usul ve hukuka uygun olup, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediğinden temyiz isteminin reddi ile Erzurum İdare Mahkemesi’nin 31.10.2002 tarih ve E:2002/711, K:2002/1377 sayılı kararının onanmasına, 26.9.2005 tarihinde oybirliği ile karar verildi.”
Danıştay Onuncu Dairesinin 25/1/2001 tarihli ve E.1999/1701, K.2001/1898 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
“…Dosyanın incelenmesinden, olayın meydana geldiği 4000 dönümlük kampüs alanının davalı idarece istihdam edilen bekçilerin devriye gezerek güvenliğinin sağlandığı, esas itibariyle üniversite ve çevre güvenliğinin ise genel güvenlik güçleri ile korunduğu anlaşılmaktadır.
Diğer yandan davalı idarenin kampüs içerisine park eden araçları koruma yükümlülüğünü gerektiren bir düzenleme bulunmadığı gibi, bu kapsamda idarece üstlenilen bir görev, olayın dayandırılabileceği, tesis edilmiş idari bir işlem ya da eylem, dolayısıyla da zararın dayandırılabileceği kusurlu bir hizmet bulunmamaktadır. Bu itibarla, davalı idarenin hizmet kusuru bulunduğu iddiasıyla açılan davanın belirtilen nedenlerle reddi gerekirken, kısmen kabulü yolunda verilen temyize konu mahkeme kararında hukuka uyarlık görülmemektedir.”
Danıştay Onuncu Dairesinin 25/10/2001 tarihli ve E.2008/419, K.2011/4318 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
“…Dosyanın incelenmesinden, davacının Mersin Adliyesinde hakim olduğu dönemde ikamet ettiği adliye lojmanının 9 no.lu dairesinde 27.5.2004 tarihinde meydana gelen hırsızlık olayında kendisine ve eşine ait eşyaların çalındığı, olay günü adliye lojmanlarını korumakla görevlendirilen bekçi hakkında adli ve idari soruşturma açıldığına ilişkin bir bilgi ve belgenin bulunmadığı, lojman çevresinde duvar, tel örgü gibi koruma önlemlerinin yeterli şekilde bulunup bulunmadığının açıklığa kavuşturulmamış olduğu, dolayısı ile olayda idarenin lojmanın korunması yönünden hizmet kusurunun varlığını ortaya koyacak somut bilgi ve belgelerin bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Öte yandan, üçüncü kişilerin hırsızlık fiilleri neticesinde idarenin genel kolluk görevine atfen hizmet kusurundan söz edilebilmesi için, genel kolluk görevinin aksaması, dolayısıyla idarenin olaydaki kusurunda özel bir ağırlığın da bulunması gereklidir. Olayın oluşumu ve niteliği dikkate alınarak, idarenin açık ve tereddüte yer vermeyecek şekilde hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının araştırılarak yukarıdaki değerlendirmelere göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme, araştırma ve değerlendirme sonucunda verilen kararda hukuka uygunluk bulunmamaktadır…”
Danıştay Onuncu Dairesinin 28/5/2015 tarihli ve E.2011/5053, K.2015/2631 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
“…Davacının çocuk yuvası olarak işlettiği işyerinde değişik tarihlerde dört kez hırsızlık olayının yaşandığı, bu hususla ilgili olarak gerekli başvurular yapıldığı halde emniyet birimlerince yeterli önlem alınmadığı, hırsızlıkların önlenemediği ve hırsızların yakalanamadığı bu nedenle idarenin hizmet kusurunun bulunduğundan bahisle maddi ve manevi zarara uğranıldığı ileri sürülerek 15.000,00 TL maddi, 10.000,00 TL manevi olmak üzere toplam 25.000 TL. tazminatın ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılan dava sonucunda, İstanbul 8. İdare Mahkemesince; hırsızlığın bildirildiği halde olay yerine gelinerek araştırma yapılmadığı, delil toplanmadığı, fail ya da faillerinin ihbar edildiği veya yerlerinin gösterildiği halde yakalanmadığı ya da görüldükleri halde kaçmalarına göz yumulduğunun kanıtlanması halinde hizmet kusurundan sözedilebileceği; somut olayda böyle bir saptama bulunmadığı gibi zararla idare arasında uygun bir illiyet bağı da kurulamadığı gerekçesiyle davanın reddi yolunda verilen kararın temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Temyizen incelenen karar, usul ve hukuka uygun olup, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediğinden temyiz isteminin reddiile İstanbul 8. İdare Mahkemesi’nin kararının onanmasına, 28.5.2015 tarihinde oybirliği ile karar verildi.”
Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 16/10/2012 tarihli ve E.2011/12029, K.2012/15191 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
“..Tüm dosya kapsamı gözetildiğinde, davalılardan [S.Y’nin] davacı aleyhine alacağı için icra takibi yaptırdığı, davacının kullanımında bulunan seralardaki biber ürünlerine haciz konulduğu, haczedilen seranın yediemin olarak [S.G’ye] teslim edildiği onun istifa etmesi sonucunda yediemin olarak [O.İ’nin] görevlendirildiği, onun da istifasından sonra alacaklı tarafından haciz işleminden vazgeçildiği bu süreçte sera bakımının tam olarak yapılmamasından dolayı verim kaybının meydana geldiği anlaşılmaktadır.
Olayın bu gelişimi dikkate alındığında yedieminin seçimi ve İİK madde 93 gereğince icra dairesince mahsullerin toplanması için lazım gelen tedbirlerin alınmaması nedeniyle icra memuru kusurludur. İcra İflas Kanunu’nun 5. maddesi gereği davalı Bakanlık da zarardan sorumludur. Mahkemece bu yön gözetilmeden davalı Adalet Bakanlığı hakkındaki davanın reddedilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır. Karar bu nedenle bozulmalıdır…”
Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 23/3/2012 tarihli ve E.2012/3340, K.2012/4372 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
“…İcra ve İflas Kanununun 88. maddesinin değişik son fıkrası hükmüne göre, icra dairesinin depo ve garajlarda ve yediemin olarak kendisine hacizli malın bırakılmış olduğu üçüncü kişilerde saklanıp da hukuken artık muhafazasına gerek kalmayan malın vereceği uygun süre içerisinde geri alınmasını ilgililere resen bildirmesi gerekir… Diğer taraftan, mahcuz mallara ilişkin her türlü tedbiri alma görevi de icra dairesine ait olup icra dairesinin yasaya aykırı işlemlerine karşı şikayet yolu açıktır. …”
Uluslararası Hukuk
İlgili uluslararası hukuk için bkz.Vedat Oğuz,B. No: 2018/35120, 15/9/2021, § 24-29.
İNCELEME VE GEREKÇE
Anayasa Mahkemesinin 20/3/2024 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
Başvurucu; ihale konusu olan taş kırma ocağına ait makinelerin ihale tarihinden teslim tarihine kadar olan süre içinde çalındığını, hırsızlık olayında gerekli güvenlik önlemlerini almayan kamu makamlarının sorumlu olduğunu belirtmiş ve ihale bedeline yaklaşan zararın tümüyle kendi üzerinde bırakılmasının haksızlığından yakınmıştır. Kendisine kanun gereği teslim edilmeyen taş kırma ocağına ait makinelerin güvenliğini sağlaması noktasında sorumluluk yüklenmesinin hukuki güvenlik ve belirlilik ilkelerini ihlal ettiğini ifade etmiş; sonuç olarak adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Bakanlık görüşünde; başvurucunun mülkünün bulunmadığı ve başvurunun konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerektiği, idari yargıda hizmet kusuruna dayalı tam yargı davası açılmadığından başvuru yolların tüketilmediği belirtilmiştir. Esasa yönelik ise mülkiyet hakkının korunmasında pozitif yükümlülüklerin yerine getirildiği ve mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin başvurucu açısından olağan dışı bir külfet getirmediği vurgulanmıştır. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı önceki beyanlarına benzer yönde beyanda bulunmuştur.
Değerlendirme
Anayasa’nın“Mülkiyet hakkı”kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”
Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder.
Başvurucu, adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmüşse de başvurucunun taş kırma ocağı makine parçalarının icra dairesi tarafından teslim edilmeden önce çalınması nedeniyle uğradığı zararların giderilmemesi yönündeki şikâyetin esas itibarıyla mülkiyet hakkını ilgilendirdiği anlaşıldığından şikâyetin mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.
Kabul Edilebilirlik Yönünden
Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında bireysel başvuruda bulunulmadan önce ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak ihlallerini öncelikle derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılar (Necati Gündüz ve Recep Gündüz,B. No: 2012/1027, 12/2/2013, §§ 19, 20;Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 26).
Başvuru yollarının tüketilmesi gerekliliğinden söz edilebilmesi için öncelikle hukuk sisteminde, hakkının ihlal edildiğini iddia eden kişinin başvurabileceği idari veya yargısal bir hukuki yol öngörülmüş olmalıdır. Ayrıca bu hukuki yol iddia edilen ihlalin sonuçlarını giderici, etkili ve başvurucu açısından makul bir çabayla ulaşılabilir nitelikte, ayrıca kâğıt üzerinde kalmayıp fiilen de işlerliği olmalıdır. Olmayan hukuki yolun tüketilmesi başvurucudan beklenemeyeceği gibi hukuken veya fiilen etkili bulunmayan, ihlalin sonuçlarını düzeltici bir vasıf taşımayan veya aşırı ve olağan olmayan birtakım şeklî şartların öngörülmesi nedeniyle fiilen erişilebilir ve kullanılabilir olmaktan uzaklaşan başvuru yollarının tüketilmesi zorunluluğu bulunmamaktadır (Fatma Yıldırım,B. No: 2014/6577, 16/2/2017, § 39).
Somut olayda başvurucu, devlet dairesinin düzenlediği ihalede satın aldığı taş kırma ocağı makinelerinin büyük kısmının teslim edilmeden çalındığını belirterek kamu makamlarının gerekli güvenlik önlemlerini almadığını, bu noktada gerek jandarmanın gerekse icra dairesinin sorumluluğu bulunduğunu belirterek kamu makamlarına yargılama sonunda hiçbir sorumluluk izafe edilmediğinden şikâyet etmiştir. Bakanlık genel güvenliğin sağlanması bakımından hizmet kusuru bulunduğu iddiasıyla idare aleyhine idari yargıda tam yargı davası açılması gerektiğini, bu yönüyle başvuru yollarının tüketilmediğini iddia etmiştir. Bu durumda bireysel başvuru konusu yargılama dışında başvurucunun bu şikâyetinin incelenebileceği etkili ve objektif olarak sonuç alıcı bir başvuru yolunun bulunup bulunmadığının öncelikle tespit edilmesi gerekir.
İdare, Anayasa’nın 125. maddesinde de belirtildiği üzere kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir. Bu durumda başvurucunun ihale konusu taş kırma ocağı makinelerinin çalınmasının idarenin asli bir kamu hizmeti olan genel güvenlik faaliyetinin iyi işlemediği iddiasıyla zararın tazmini talebiyle idare aleyhine tam yargı davası açmasının teorik olarak mümkün olduğu söylenebilir. Ancak hâlihazırda konuyla ilişkili Danıştay kararları incelendiğinde hizmet kusuruna dayanılarak açılacak tam yargı davasının başarılı olacağını gösteren somut bir veri tespit edilememiştir (bkz.§§ 29-32). Bu nedenle somut başvuruda idari yargıda tam yargı davası açma yolunun tüketilmesi zorunluluğundan söz edilemez.
Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
Esas Yönünden
Somut olayda başvurucu, icra dairesi ihalesine katılarak 255.293,45 TL’ye taş kırma ocağı makineleri satın almıştır. Başvurucu, teslim almadan önce çalındığı için bazı makineleri teslim alamamıştır. Eksilme nedeniyle ortaya çıkan zararı 208.500 TL’dir. Başvurucunun ihalenin kesinleşmediği dönemde makinelerin teslim anına kadar gerekli güvenlik tedbirlerinin alınmadığından bahisle 2004 sayılı Kanun’un 5. maddesine göre açtığı tazminat davasında ilk derece mahkemesi davanın kabulüne karar vermiştir. Anılan karara karşı temyiz yoluna başvurulması üzerine Daire, mülkiyet ihale anında alıcıya geçtiğinden bu andan itibaren ortaya çıkan zararlara alıcının katlanması gerektiğini belirterek ilk derece mahkemesinin kararının bozulmasına karar vermiştir. Bozma kararından sonra ise ilk derece mahkemesi davanın reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.
Başvurucunun şikâyetinin temelini ihale konusu taş kırma ocağı makinelerinin ihale kesinleşip kendisine teslim edilinceye kadarki süre içinde icra dairesinin kontrolünde bulunması nedeniyle gerekli güvenlik tedbirlerini almaması zararlarının tazmin edilmemesi oluşturmaktadır. Başvurucu, icra dairesinin yediemine teslim ettiği taş kırma ocağı makinelerinin teslim anına kadar koruyarak kendisine teslim etmesi gerekirken görevini gereği gibi ifa etmemesi nedeniyle uğradığı zararın giderilmesini teminen dava açmıştır. Yargı mercilerinin bu tür davalardaki rolü tazminat sorumluluğunun genel esasları dâhilinde ihtilafı çözüme kavuşturmaktır. Dolayısıyla hukuki ihtilafların çözümlenmesi amacına yönelik yargısal süreçlerdeki faaliyetlerden kaynaklanan şikâyetlerin devletin pozitif yükümlülükleri kapsamında incelenmesi gerekir.
Somut olayda mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükler kapsamında değerlendirme yapılacağından başvuru, Anayasa’nın 35. maddesinin birinci fıkrasında yer alan ve mülkten barışçıl yararlanma hakkını düzenleyen genel kural çerçevesinde incelemelidir.
Mülkün Varlığı
Anayasa’nın 35. maddesi kapsamında inceleme yapılabilmesi için öncelikle somut olaydamülkünvar olduğu tespit edilmelidir. Anayasa’nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsar (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20).
İhale konusu taş kırma ocağı makinelerinin Anayasa’nın 35. maddesi kapsamındamülkteşkil ettiği kuşkusuzdur.
Genel İlkeler
Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Anayasa’nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri de bulunmaktadır. Bu pozitif yükümlülükler kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirir(Eyyüp Boynukara,B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limitet Şirketi, B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 44).
Ancak belirtmek gerekir ki bazı durumlarda devletin pozitif ve negatif yükümlülüklerinin birbirinden ayrılması mümkün olamamaktadır. Üstelik devletin ister pozitif isterse de negatif yükümlülükleri söz konusu olsun uygulanacak ilkeler de çoğunlukla önemli ölçüde benzeşmektedir (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti.[GK], B. No: 2014/17196, 25/10/2018, § 70).
Mülkiyet hakkının devlete tahmil ettiği pozitif yükümlülükler, devletin koruyucu ve düzeltici önlemler almasını gerektirebilir. Koruyucu önlemler, mülkiyete müdahale edilmesini önleyici; düzeltici önlemler ise müdahalenin etkilerini giderici, diğer bir ifadeyle telafi edici yasal, idari ve fiilî tedbirleri kapsamaktadır. Pozitif yükümlülükler mutlak olmayıp bunların ne tür koruyucu ve düzeltici edimleri kapsadığı ve bu edimlerin derecesi, her somut olayın kendi şartları içinde belirlenebilir (Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limitet Şirketi,§ 47).
Koruma yükümlülüğünün kapsamının somut olayın öznel ve nesnel koşulları çerçevesinde belirlenmesi gerekmekle birlikte bunun devlete, idare aygıtının insan ve mali kaynaklarıyla karşılamasına imkân bulunmayan birtakım ödevler yüklediği biçiminde anlaşılması mümkün değildir. Bu bağlamda koruma yükümlülüğü, kamunun insan ve mali kaynaklarından soyut bir biçimde her türlü müdahalenin önlenmesi gerektiği şeklinde yorumlanamaz. Koruma tedbiri almakla ödevli idarenin olağan işleyişi çerçevesinde alabileceği tedbirleri almak suretiyle üçüncü kişiler tarafından gerçekleştirilen müdahalenin önlenmesinin mümkün olduğu istisnai durumlarda koruma yükümlülüğünün ihlalinden söz edilebilir. Bunun dışında yetkili makamlardan olağanın ötesinde bir tedbir alması beklenmemelidir. Bu itibarla özellikle ani ve öngörülemeyen müdahalelerde olduğu gibi somut olayın koşullarının devletin özel bir önlem almasını gerektirmediği durumlarda soyut olarak devletin koruma yükümlülüğünün varlığından bahisle pozitif yükümlülüğün ihlal edildiği sonucuna ulaşılamaz (Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limitet Şirketi,§ 48).
Devletin pozitif yükümlülükleri kapsamında alması gereken koruyucu önlemler arasında idareniniyi yönetişimilkesine uygun hareket etme yükümlülüğü de vardır. İyi yönetişim ilkesi, kamu yararı kapsamında bir mesele söz konusu olduğunda kamu otoritelerinin uygun zamanda, uygun yöntemle ve her şeyden önce tutarlı olarak hareket etmelerini gerektirir (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 68). Bu bağlamda idareler, kendi hatalarının sonuçlarını gidermeli ve bireylere yüklememelidir (Reis Otomotiv Ticaret ve Sanayi A.Ş. [GK], B. No: 2015/6728, 1/2/2018, § 100).
Mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili şekilde kullanılabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı olmayıp özellikle başvurucuların kamu makamlarından meşru beklentilerinin olduğu tedbirler ile mülklerinden etkili biçimde yararlanabilmeleri arasında doğrudan bir bağ bulunduğu durumlarda ayrıca pozitif koruma önelemleri de alınmalıdır (Öneryıldız/Türkiye, B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 134).
Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda yerine getirildiğinden söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazlar yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanmalıdır (Kamil Darbaz ve Gmo Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/12563, 24/5/2018, § 53). Tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri, demokratik bir toplumda kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gereklidir (Sencer Başat ve diğerleri[GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34).
iii. İlkelerin Olaya Uygulanması
Başvurucunun yakındığı husus, taş kırma ocağı makinelerinin ihale kesinleşmediği için kendisine teslim edilmediği dönemde gerekli güvenlik tedbirlerinin alınmaması nedeniyle çalınması ve bu suretle uğradığı zararlarının tazmin edilmemesidir.
İcra daireleri, mülkiyet hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülükler gereğince oluşturulan ve özel kişilerin ödenmeyen alacaklarını kanunda öngörülen usullere uygun olarak gerektiğinde zor kullanmak suretiyle tahsil ederek alacaklılara ödeyen kamu kuruluşlarıdır. İcra dairelerinin bu görevlerinin ifası sırasında tesis ettiği işlem ve eylemler kamu gücü işlem ve eylemleri niteliğinde olup bu işlem ve eylemler veya eylemsizlikler nedeniyle hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiaları icra takibinin temelindeki borç ilişkisinden bağımsız olarak değerlendirilmelidir(Fatma Yıldırım,§ 55).
Rızaen ödenmeyen alacakların tahsili amacıyla oluşturulan ve bu çerçevede kamu gücü yetkileriyle donatılan cebri icra organlarının bu görevini yerine getirirken alacaklı, borçlu ve hacizli malı satın alan tüm tarafların menfaatlerinin ve icra işlemine konu mülkün korunmasına yönelik birtakım tedbirler alması gerekir. Alınması gereken tedbirlerin neler olduğu, her somut olayın kendi şartları içinde değerlendirilmelidir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz.Fatma Yıldırım,§§ 57, 58).
Yargıtay içtihatlarında vurgulandığı üzere haciz sırasında haczedilen malların muhafazasında yetki ve sorumluluk icra dairelerine aittir. İcra dairesi haciz sırasında malı yediemine bırakabilir. Esasen yediemin, icra dairesi tarafından yürütülmesi gereken bir muhafaza hizmetini yerine getirmektedir. Bu noktada haciz sırasında yedieminin seçimi ve lazım gelen her türlü tedbirin alınmasında icra daireleri sorumludur (bkz.§§ 33, 34). Somut olayda çalınan taş kırma makinesi parçaları icra dairesi tarafından haciz sırasında Ş.S.ye yediemin olarak bırakılmış ve teslim sırasında bu malların büyük bir kısmının çalındığı anlaşılmıştır. Bu noktada haciz ve satış işlemlerinin bir bütün olarak icra dairelerinin kontrolünde gerçekleştirildiği ve bu süreçte icra dairelerinin sahip olduğu kamu gücü etkisi dikkate alındığında resmî ihale ile satılan taş kırma ocağı makinelerinin alıcıya teslim edilinceye kadarki süreçte muhafaza edilmesi ve eksiksiz olarak alıcıya teslim edilmesi devlete yüklenen pozitif yükümlülüklerle ilişkilidir. Ayrıca yediemin hakkında taş kırma ocağı makinelerinin muhafazasına yönelik gerekli güvenlik önlemleri almadığından ve malların eksilmesine neden olduğundan mahkûmiyet kararı verildiği ve bu kararın kesinleştiği gözden uzak tutulmalıdır.
Öte yandaniyi yönetişimilkesi gereği uygun zamanda, uygun yöntemle ve her şeyden önce tutarlı olarak hareket etmeleri gereken kamu görevlilerinin bu ilkenin dikte ettiği bir gerçeklik olarak ihalenin taraflarının mağduriyetlerini önleyebilme noktasında kullanabilecekleri çeşitli enstrümanlar mevcuttur. Koruma tedbiri almakla ödevli idarenin olağan işleyişi çerçevesinde alabileceği tedbirleri almak suretiyle üçüncü kişiler tarafından gerçekleştirilen müdahalenin önlenmesinin mümkün olduğu istisnai durumlarda koruma yükümlülüğünün ihlalinden söz edilebilir. Bu kapsamda icra dairesinin iyi yönetişim ilkesi uyarınca hareket ederek teslim anına kadar yedieminde bulunan taş kırma ocağı makinelerinin güvenliğini sağlama yükümlülüğü ve buna bağlı olarak ortaya çıkacak zararları önleme imkânı bulunmaktadır. Buna mukabil -taş kırma ocağı makinelerinin borçlunun şantiyesinde muhafaza altına alındığı gerçeği karşısında- (bkz.§ 8) başvurucunun benzer imkânlardan önemli derecede yoksun kaldığı açıktır. Kaldı ki başvurucunun ihale kararı kesinleşmediği için ihale konusu taş kırma ocağı makinelerini teslim alması ve gerekli muhafaza tedbirlerini alması mümkün değildir.
Somut olayda ilk derece mahkemesi 15/9/2014 tarihli kararda ihalenin henüz kesinleşmediği ve malın alıcıya teslim edilmediği dönemde malın korunması görevinin icra müdürlüğünde olduğunu tespit ederek davanın kabulüne karar vermiştir. Daire ise temyiz incelemesinde bir bütün olarak idari işleyiş yönüyle kusur durumuna ilişkin bir inceleme yapmaksızın yalnızca mülkiyetin geçiş anının tespitine odaklanmış, bu çerçevede yaptığı sınırlı bir değerlendirme sonucunda mahkeme kararını bozmuştur. Dairenin açılan davada idari işleyiş yönüyle kusur durumuna yönelik bir inceleme yapmaksızın yalnızca mülkiyetin geçiş anından hareketle ulaştığı sonuç, başvurucuyu uğradığı zararı ve idarenin işlem ve eylemleriyle zarar arasındaki illiyet bağının varlığını ispatlayarak tazminat elde etme, bu suretle yüklendiği külfetin dengelenmesi imkânından mahrum bırakmıştır. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği, kamu yararı amacı ile mülkiyet hakkının korunması arasında olması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu ve müdahalenin ölçülü olmadığı kanaatine varılmıştır.
Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
Başvurucu, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvurular ile benzer nitelikte olanVeysi Ado([GK], B. No: 2022/100837, 27/4/2023) kararında anılan şikâyetle ilgili olarak uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun’un geçici 2. maddesinde 28/3/2023 tarihli ve 7445 sayılı Kanun’un 40. maddesi ile yapılan değişikliğe göre 9/3/2023 tarihi (bu tarih dâhil) itibarıyla derdest olan yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddialarıyla yapılan başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı neticesine varmıştır. Somut başvuruda anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik kriterleri yönünden incelenmeksizinbaşvuru yollarının tüketilmemesinedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
GİDERİM
Başvurucu; ihlalin tespiti, yeniden yargılama yapılması, 150.000 TL manevi ve 255.293,45 TL maddi tazminatın 30/6/2011 tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle birlikte ödenmesi talebinde bulunmuştur.
Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargımercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılamaişlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100). Öte yandan ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
VII. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianınbaşvuru yollarının tüketilmemesinedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 4. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2017/664, K.2018/79) GÖNDERİLMESİNE,
Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,
446,90 TL harç ve 18.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 19.246,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 20/3/2024 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi