2022 YılıHGK

Bölge adliye mahkemesince ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak hüküm mahkemesi sıfatıyla yeniden esas hakkında hüküm kurulmakla ilk derece mahkemesi kararının hukukî varlığını kaybetmiş olduğu

Bölge adliye mahkemesince ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak hüküm mahkemesi sıfatıyla yeniden esas hakkında hüküm kurulmakla ilk derece mahkemesi kararının hukukî varlığını kaybetmiş olduğu- Bölge adliye mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına uyulmakla yapılan yargılama ilk derece mahkemesi kararının istinaf incelemesi mahiyetinde olmadığı ve Özel Daire bozma ilamına uyan bölge adliye mahkemesince uyulan bozma kararı doğrultusunda uyuşmazlığı sona erdirecek, infaza elverişli hüküm kurulması gerekirken, hayatiyetini kaybetmiş ilk derece mahkemesi kararı ile ilgili istinaf incelemesi yapılarak istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu-

1. Taraflar arasındaki “tenfiz” davasından dolayı yapılan inceleme sonunda, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Hukuk Dairesince verilen davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili; davalı şirketin müvekkilinden para tahsil ettiğini ve bu paranın geri ödenmediğini, bunun üzerine müvekkili tarafından davalı şirket aleyhine açılan davada Biefeld Asliye Hukuk Mahkemesince müvekkili için 11.491,26Euro anapara ve 1.090,98Euro mahkeme dışı ihtar masraflarının 13.12.2005 tarihinden itibaren baz faiz oranında %5 puan fazlası ile birlikte müteselsil borçlu davalılar tarafından, 3.825,49Euro’nun 16.08.2007 tarihinden itibaren işlemek üzere baz faiz oranından %5 tutarında puan fazlası ile ödenmesine karar verildiğini, kararın 11.11.2013 tarihinde kesinleşerek apostil şerhi ile onandığını, anılan karar ile bu karara ilişkin verilen Almanya Hamm Yüksek Eyalet Mahkemesinin 1-34 U 134/15 sayılı kararının kesinleştiğini, Türkçe’ye çevirisinin T.C. Hamm Başkonsolosluğu tarafından noter sıfatı ile onaylandığını ileri sürerek Almanya Biefeld Asliye Hukuk Mahkemesinin apostil şerhini içerir 11.11.2013 tarihli, 07 0 40/06 sayılı ve kesinleşme şerhli ilamının tanınması ve tenfizine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalılar Cevabı:

5. Davalı şirket vekili; yabancı mahkeme kararının savunma hakkının ihlâli nedeniyle tenfiz edilemeyeceğini, usulüne uygun olarak kesinleşmiş bir karar bulunmadığını, yabancı mahkeme kararının kamu düzenine aykırı olduğunu, kararın illiyet bağından yoksun olduğunu, tenfiz şartlarının bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

6. Davalı H. B. cevap dilekçesi sunmamıştır.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

7. Konya 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 18.07.2017 tarihli ve 2017/230 E., 2017/419 K. sayılı kararı ile; tenfizi istenen yabancı mahkeme kararının taraflara tebliğ edildiği, temyiz incelemesi olmadan 11.11.2013 tarihinde kesinleştiği ve apostil şerhi ile onaylandığı, kararın Alman Hukukuna göre sonuçlandırıldığı, 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un (MÖHUK) 2. maddesi ve ülkemiz ile Almanya arasında geçerli 28.04.1972 tarihinde yürürlüğe giren 1965 tarihli adli yardımlaşmaya ilişkin Lahey Sözleşmesi kapsamında tebligatların nasıl yerine getirileceğinin düzenlendiği, tebligat usulünün örnek 184 form ile Adalet Bakanlığı Uluslar Arası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü çalışması ile ülkemiz yönünden yerine getirileceği, ancak Almanya yönünden de Lahey sözleşmesinin uygulanması suretiyle mahkeme kararının davalıya usulüne uygun tebliğinde örnek 184 formunun kullanılması gerektiği, davaya konu olan mahkeme kararında bu usulün yerine getirilmediği, postaya verilme tarihinin tebliğ tarihi olarak sayıldığı, tebligata ilişkin hükümler kamu düzenine ilişkin olduğundan mahkemece re’sen gözetileceği, ortada kesinleşmiş bir mahkeme kararının bulunmadığı, bu sebeple tenfizin mümkün olmadığı, sonradan diplomatik kanallarla tebligat yapılmış ise de anılan tebligatın yabancı mahkeme tarafından kabul edilmediği, önceden adi posta yoluyla yapılan tebligat üzerinden yabancı mahkeme kararının kesinleştirildiği, bu suretle savunma hakkının kısıtlandığı, yurtdışı tebligatın 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun (7201 sayılı TK) 25-28. ve Tebligat Tüzüğü’nün 36-47. maddeleri gereği ikili veya çok taraflı sözleşmeler ile Uluslararası Adli Yardımlaşma kurallarına göre yapıldığı, 7201 sayılı TK’nın 25. maddesinin 3. maddesi ile Tebligat Tüzüğünün 36/1. maddesi uyarınca evrak, tebligatı çıkaran merciin bağlı bulunduğu Bakanlık aracılığı ile Dış İşleri Bakanlığına, oradan da o yerdeki Türkiye Cumhuriyeti Büyük Elçiliğine veya Başkonsolosluğuna gönderilmek suretiyle yapılacağının öngörüldüğü gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesinin Birinci Kararı:

8. İlk derece mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içerisinde davacı vekilince istinaf başvurusunda bulunulmuştur.

9. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Hukuk Dairesinin 01.02.2018 tarihli ve 2017/972 E., 2018/106 K. sayılı kararı ile; Hamm Yüksek Eyalet Mahkemesi kararının gerekçesinden anlaşılacağı üzere Almanya Biefeld Asliye Hukuk Mahkemesinin 11.11.2013 tarihli ve 07 0 40/06 sayılı kararına yönelik davalı yanın temyiz itirazının, Lahey Sözleşmesine uygun olarak diplomatik yolla yapılan tebligatın temyiz süresi yönünden yeni bir atıfet süresi tanımayacağı gerekçesiyle usulden reddedilmediği, davalı tarafın temyizinin esastan reddedildiği, savunma hakkının kısıtlanmasından veya kamu düzenine aykırılıktan söz edilemeyeceği, işbu davada yabancı mahkeme kararının Lahey Sözleşmesine uygun olarak davalıya tebliğ edildiği ve davalının Alman Mahkemeleri nezdinde hukukî süreci tamamladığı gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davanın kabulüne, yabancı mahkeme kararının ve yargılama giderlerine dair ek kararın tenfizine karar verilmiştir.

Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı:

10. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı, süresi içerisinde davalı şirket vekili tarafından temyiz edilmiştir

11. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 16.01.2019 tarihli ve 2018/1753 E., 2019/382 K. sayılı kararı ile; “…Dava, yabancı mahkeme kararının tenfizi istemine ilişkindir.

İlk derece mahkemesince, yabancı mahkeme kararının davalıya önce posta yoluyla tebliğ edildiği, daha sonra diplomatik yolla yapılan tebligat üzerine davalı tarafın yaptığı itirazın posta yoluyla yapılan tebligat geçerli olup itiraz süresinde olmadığından reddedildiği, bu suretle davalının savunma hakkının kısıtlandığı ve kesinleşmiş bir karardan söz edilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı tarafın istinaf başvurusu üzerine bölge adliye mahkemesince, Almanya Biefeld Asliye Hukuk Mahkemesinin 08.05.2015 tarihli kararıyla davalı tarafın itirazı reddedilmişse de, davalı yanın anılan karara karşı temyizinin Hamm Eyalet Yüksek Mahkemesi’nce, davalıya Lahey Sözleşmesine uygun olarak yapılan tebligatın itiraz süresi yönünden yeni bir atıfet süresi tanımayacağı gerekçesiyle reddedilmediği, davalı yanın temyizinin esastan reddedildiği, böylelikle davalı yanın savunma hakkının kısıtlanmadığı gerekçesiyle, ilk derece mahkemesinin kararı kaldırılarak davanın kabulüne karar verilmiştir.

Dosya kapsamından tenfizi istenen Almanya Biefeld Asliye Hukuk Mahkemesinin 11.11.2013 tarih ve 07 0 40/06 sayılı gıyabi kararına karşı, davalı tarafın yaptığı itirazın anılan mahkemenin 08.05.2015 tarihli kararıyla itirazın yasal sürede yapılmadığı gerekçesiyle reddedildiği ve bunun üzerine davalı tarafın temyizi üzerine ise, Hamm Eyalet Yüksek Mahkemesinin 1-34 U 134/15 sayılı kararı ile 08.05.2015 tarihli karara karşı yapılan temyiz başvurusunun reddedildiği anlaşılmaktadır.

Hamm Eyalet Yüksek Mahkemesinin kararının başlık kısmından da anlaşılacağı üzere, davalı tarafın itirazının süresinde olmadığından reddine dair verilen 08.05.2015 tarihli kararın temyizen incelenerek davalı temyizinin reddedildiği açık olup, işin esasının incelenerek temyiz talebinin reddedildiği ve davalı tarafın savunma hakkının kısıtlanmadığına dair bölge adliye mahkemesinin gerekçesi isabetli değildir.

Bu durumda, açıklanan hususlar değerlendirilerek oluşacak sonuca göre bir karar vermek gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmeyip bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle karar bozularak dosyanın Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesinin İkinci Kararı:

12. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Hukuk Dairesinin 17.06.2019 tarihli ve 2019/556 E., 2019/769 K. sayılı kararı ile bozma kararına uyularak; yabancı mahkeme kararının tenfizine karar verilebilmesi için yabancı mahkeme kararının usulüne uygun olarak kesinleşmesi gerektiği, ülkemiz ile Almanya arasında 28.04.1972 tarihinde yürürlüğe giren 1965 tarihli Hukuki ve Ticari Konularda Adli ve Gayri Adli Belgelerin Yabancı Memleketlerde tebliğine dair Lahey Sözleşmesi hükümleri gereğince tebligatların diplomatik yolla yapılacağının kararlaştırıldığı, bu sözleşme ile kabul edilen istisnai tebligat yöntemlerinden birinin de doğrudan posta yolu ile tebligat olduğu, bu yönteme sadece sözleşmenin 10. maddesine çekinme koymayan ülkeler açısından başvurmanın mümkün olduğu, ülkemizin 10. maddedeki tebligat yöntemini kabul etmeyeceğini bu maddeye koyduğu çekince ile belirttiği, o hâlde yabancı bir mahkeme ilamının kesinleşmesinin ilamın anılan sözleşme hükümlerine uygun biçimde tebliğine bağlı olduğu, Almanya Biefeld Asliye Hukuk Mahkemesinin 29.03.2007 tarihli ve 07 0 40/06 sayılı kararının 10.04.2007 tarihinde postaya verildiği, gıyabi hüküm kararına karşı davalı tarafça yapılan itirazın 27.02.2014 tarihinde Hamm Yüksek Eyalet Mahkemesi’ne ulaştığı, Hamm Yüksek Eyalet Mahkemesi’nin 08.05.2015 tarihli ve 34 U 134/15 sayılı kararıyla temyiz başvurusunun reddedildiği, Hamm Yüksek Eyalet Mahkemesinin kararının başlık kısmından da anlaşılacağı üzere davalı tarafın itirazının süresinde olmadığından bahisle temyiz isteminin reddine karar verilmiş olmakla davalı tarafın savunma hakkının kısıtlandığı, bu nedenle davanın reddine yönelik ilk derece mahkemesi kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı:

13. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı, süresi içerisinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir

14. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 17.02.2020 tarihli ve 2019/3652 E., 2020/1561 K. sayılı kararı ile; “…1-) Dava, geçerli şekilde ortaklık ilişkisinin kurulmadığının tespiti ve bu amaçla verilen paranın tahsili istemine ilişkin olup İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmiştir. Karara karşı davacı vekilinin istinaf kanun yoluna başvurması üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davanın kabulüne karar verilmiş olup, davalı vekilinin temyizi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesi kararı, Dairemizin 16/01/2019 tarihli ve 2018/1753 Esas, 2019/382 Karar sayılı ilamıyla bozulmuştur. Dairemiz bozma ilamına uyan Bölge Adliye Mahkemesince, yeniden esas hakkında bir hüküm kurulması gerekirken, yalnızca davacı vekilinin istinaf isteminin HMK’nun 353/1-b-1 maddesi uyarınca esastan reddine karar verilmesi doğru olmamış ve kararın re’sen bozulmasını gerektirmiştir.

2-) Diğer yandan, 07.12.2019 tarih, 30971 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan 7194 sayılı Dijital Hizmet Vergisi ile Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’nun 41. maddesinde 25/3/1987 tarihli ve 3332 sayılı Sermaye Piyasasının Teşviki, Sermayenin Tabana Yaygınlaştırılması Ve Ekonomiyi Düzenlemede Alınacak Tedbirler İle 5422 Sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu, 213 Sayılı Vergi Usul Kanunu Ve 3182 Sayılı Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanuna aşağıdaki geçici maddenin eklendiği belirtilmiş olup, işbu geçici 4. maddede ”31/12/2014 tarihine kadar, pay sahibi sayısı nedeniyle payları halka arz olunmuş sayılan ve payları borsada işlem gören anonim ortaklıklar tarafından doğrudan veya dolaylı olarak nominal ya da primli değer üzerinden pay veya pay adı altında satışı yapılmış olan her türlü araç, 6/12/2012 tarihli ve 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanununun kaydileştirmeye ilişkin şartlarına tabi olmaksızın 29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu ile 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu kapsamında pay addolunur, bu ortaklıklara yapılan ödemeler pay karşılığı yapılmış kabul edilir ve ortaklık ilişkisi kurulmuş sayılır. Bu payların kaydileştirilmemiş olması ortaklık haklarına halel getirmeyeceği gibi ortaklık ilişkisinin kurulmadığı da iddia edilemez. Birinci fıkra kapsamında kurulmuş olan ortaklık ilişkileri hakkında; geçerli bir ortaklık ilişkisi bulunmadığı veya primli pay satışı yapıldığı ileri sürülerek sebepsiz zenginleşme, haksız fiil, sözleşme öncesi görüşmelere aykırılık veya sözleşmeye aykırılık nedenlerine dayalı olarak açılan ve kanun yolu incelemesindekiler dahil görülmekte olan menfi tespit, tazminat veya alacak davalarında, karar verilmesine yer olmadığına dair karar verilir ve yargılama gideri ile maktu vekalet ücreti ortaklık üzerinde bırakılır.” hükmü düzenlenmiş, aynı Kanun’un 52/1-h maddesinde de işbu hükmün yayımı tarihinde yürürlüğe gireceği hükme bağlanmıştır.

Bu durum karşısında, mahkemece taraf iddia ve savunmalarının Sermaye Piyasası Kanunu’nun 16. maddesi 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkındaki Kanun’un 54. maddesi ve anılan yasal düzenleme kapsamında değerlendirilerek sonucuna göre bir karar vermek üzere kararın re’sen bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

3-) Bozma sebep ve şekline göre davacı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir…” gerekçesiyle karar oy çokluğuyla bozularak dosyanın Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.

Direnme Kararı:

15. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Hukuk Dairesinin 12.10.2020 tarihli ve 2020/597 E., 2020/979 K. sayılı kararı ile önceki gerekçeye ek olarak; bozma kararının (1) numaralı bendi yönünden bozma kararında özel bir gerekçe belirtilmediği için direnme gerekçesinin istinaf incelemesi ve bozmanın hükme etkisi üzerine kurulduğu, bozma kararı ile kararın tüm hüküm ve sonuçları ile ortadan kalktığı, ilk derece mahkemesinin kararını kaldıran ilk kararın bozulması üzerine anılan kararın hükümsüz hâle geldiği, bu aşamada bölge adliye mahkemesinin istinaf incelemesine bozma kararındaki hususlara göre yeniden başlayacağı, bozma kararının gerekçesinin ilk derece mahkemesi kararının doğruluğuna dayanması durumunda istinaf isteminin kabulü ve ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılmasının hatalı olduğu saptamasına göre karar verilmesi gerektiği, böyle bir durumda bozma öncesinde ilk derece mahkemesi kararını kaldıran bir bölge adliye mahkemesi kararı bulunmadığından ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasının sonuçlarının devam ettiği, ilk derece mahkemesi kararının doğru olduğuna ilişkin bir bozma gerekçesinin varlığı hâlinde bu kararın kaldırılmasına ilişkin gerekçenin mevcut olamayacağı, ilk derece mahkemesi karar tarihinin oluşturduğu hukukî sonuçlar gözetildiğinde de istinaf başvurususun esastan reddi yerine ilk derece mahkeme kararının kaldırılması ve yeniden esas hakkında karar verilmesinin istinaf istemi haksız olan tarafa bu sonuçlardan kurtulma imkânını tanıdığı, ilk derece mahkeme kararı lehine olan tarafın ilk karar tarihi itibarı ile kazanmış olduğu haklarının, kabul edilmemesi gereken bir istinaf başvurusu ile ortadan kaldırılmış olacağı, bu durumun istinaf sebepleri haklı bulunmayan tarafa, ilk karar tarihinin aleyhine yarattığı sonuçlardan kurtulma imkânını sağlayacağı, davacının istinaf isteminin kabulüne ve ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davanın kabulüne dair ilk kararın bozma kararı ile birlikte ortadan kalktığı, uyma kararı veren bölge adliye mahkemesinin istinaf incelemesinin başına döndüğü ve bozma kararındaki gerekçeye göre ilk derece mahkemesi kararının gerekçe ve hüküm itibarı ile usul ve yasaya uygun olduğu sonucuna varmakla davacının istinaf başvurusunun esastan reddine karar verildiği, davalının temyiz gerekçesinin de ilk derece mahkemesi kararının doğruluğuna ilişkin olduğu, istinaf incelemesinin kural olarak duruşmalı yapılıp inceleme sonucunda ilk derece mahkemesinin kararının gerekçe ve hüküm itibarı ile usul ve yasaya uygun olduğu sonucuna vardığında istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilemeyeceğine dair bir kanun hükmünün mevcut olmadığı, bozma kararının (2) numaralı bendi bakımından ise MÖHUK’un 54/c maddesinde kamu düzenine açıkça aykırı bulunmaması hususunun tenfiz şartları arasında yer aldığı, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 10.02.2012 tarihli kararında kabul edildiği üzere; kamu düzeninin çerçevesinin Türk hukukunun temel değerlerine, Türk genel adap ve ahlak anlayışına, Türk kanunlarının dayandığı temel adalet anlayışına, Türk kanunlarının dayandığı genel siyasete, Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklere, milletlerarası alanda geçerli ortak prensip ve özel hukuka ait iyi niyet prensibine dayanan kurallara, medeni toplulukların müştereken benimsedikleri ahlak ilkeleri ve adalet anlayışının ifadesi olan hukuk prensiplerine, toplumun medeniyet seviyesine, siyasi ve ekonomik rejimine, insan hak ve özgürlüklerine aykırılık olarak çizilebileceği, ayrıca iç hukukta kamu düzeninin, tarafların uymak zorunda oldukları, kamu hukukundan ve özel hukuktan doğan ancak tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyecekleri kurallar olarak anlaşılması gerektiği, bu durumda kamu hukukundan ve özel hukuktan doğan emredici hükümlerin Türk kamu düzenini ihlâl edebileceği akla gelmekte ise de, her emredici kuralı ihlâl eden yabancı mahkeme kararının Türk kamu düzenini ihlâl edeceğinin söylenemeyeceği, ölçütün kamu hukukundan ve özel hukuktan doğan, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyecekleri nitelikte bir kural olduğu, böyle bir kuralın varlığını ihlâl eden yabancı mahkeme ilamının tenfiz edilemeyeceği, Türk kamu ve özel hukukunda emredici bir kanun hükmünün, Türk kamu düzenine ilişkin bir kural olup olmadığının tespitinde, o kanunun düzenlenme amacının, konusunun ve koruduğu menfaatlerin gözetilmesi gerektiği, yabancı mahkeme ilamının tenfizi istemiyle açılan somut uyuşmazlıkta, bozma kararında belirtilen 7194 sayılı Kanun hükmü ile Sermaye Piyasası Kanunu’nun 16. maddesi pay sahibi sayısı nedeniyle payları halka arz olunmuş sayılan ve payları borsada işlem gören anonim ortaklıklara ilişkin emredici hükümler getirmekte ise de söz konusu hükümlerin yukarıda tanımlanan ilkeler ve ölçüt çerçevesinde Türk kamu düzeninin ihlâline yol açacak, dolayısıyla yabancı mahkeme ilamının tenfizine engel olacak hükümler olmadığı, bu nedenle eldeki davada değerlendirilmesi gereken bir kanun hükmü olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

16. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

17. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; ilk derece mahkemesi kararının bölge adliye mahkemesince kaldırılarak yeniden hüküm kurulmasından sonra bölge adliye mahkemesi kararının Yargıtay tarafından bozulması ve bozma ilamına uyularak ilk derece mahkemesi kararının benimsenmesi durumunda, istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilip verilmeyeceği, buradan varılacak sonuca göre yeniden hüküm kurulmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

18. Öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ve kavramlar üzerinde kısaca durulmasında fayda bulunmaktadır.

19. Bir davanın taraflarının hatalı olan mahkeme kararının düzeltilmesi veya verilen kararın daha üst bir mahkemece denetlenmesi yönündeki istek ve ihtiyaçları kanun yolu kavram ve kurumunun doğmasına neden olmuştur. Kanun yolları ile hukuk sisteminde denetim ve uygulama birliği sağlanması amaçlanmaktadır. Ayrıca yargı denetimi arttıkça kararların hatalı olma ihtimali azalacak ve yargı kararlarına duyulan güven de artacaktır.

20. İlk derece mahkemesince yapılan yargılamanın ve bu kapsamda somut olaya uygulanması gereken hukuk kuralının doğru tespit edilip edilmediğinin ve tespit edilen hukuk kuralının somut olaya doğru uygulanıp uygulanmadığının denetimi kanun yolunun kapsamını oluşturmaktadır. Öte yandan tüm kanun yollarında hukukî denetim yapılmasına rağmen, vakıa denetimi tamamında yapılmamaktadır.

21. Kanun yolları ile aleyhine kanun yoluna başvurulan kararların kural olarak üst mercilerce, istisnai olarak kararı veren mahkemece denetlenerek ortadan kaldırılmasına veya değiştirilmesine; buna göre de hatalı kararın kesinleşmesinin önlenmesine imkân tanınmaktadır.

22. Görüldüğü üzere kanun yollarına başvurunun iki etkisinden söz etmek mümkündür. Kanun yollarına başvurunun ilk etkisi aleyhine kanun yoluna başvurulan kararın şekli anlamda kesinleşmesinin önlenmesidir. Kanun yoluna başvurulan kararın şekli anlamda kesinleşmemesi, kanun yolunun “erteleyici etkisi” olarak ortaya çıkmaktadır. Bu noktada, kanun yoluna başvurunun erteleyici etkisi ile kararın infazı için kesinleşmesinin gerekip gerekmediği meselesinin birbirinden tamamen ayrı konular olduğunu belirtmek gerekir.

23. Erteleyici etki, kanun yoluna başvurulan kararın şekli anlamda kesinleşmesini engellemekle birlikte kararın infazına engel teşkil etmez. Zira mahkeme kararlarının icra ve infazı için bazı durumlarda kararların kesinleşmesi gerekli kabul edilirken bazı durumlarda kesinleşme gerekli görülmemektedir. Kanun yoluna başvurunun erteleyici etkisi kararın icrasının ertelenmesi anlamında olmayıp kararın kesinleşmesini erteleyici etki olarak anlaşılmalıdır. Başka bir deyişle kanun yoluna başvurulmayan karar, kanun yolunun erteleyici etkisinden faydalanmayacak ve şekli anlamda kesinleşmiş olacaktır. Kanun yoluna başvurulduğunda ise mahkemenin ayrıca bir karar vermesine gerek olmaksızın erteleyici etki kendiliğinden ortaya çıkacaktır.

24. Kanun yolunun ikinci etkisi, aleyhine kanun yoluna başvurulan kararın yeniden ve kural olarak üst makamca denetlenmesi anlamına gelen “aktarıcı etki” olarak karşımıza çıkmaktadır. Kanun yolunun aktarıcı etkisi kapsamında aleyhine kanun yoluna başvurulan kararın yeniden ve kural olarak kararı veren makamdan başka bir makam tarafından incelenmesi, böylelikle karar veren hâkimden başka bir hâkim veya birden fazla hâkimin uyuşmazlığı inceleyerek karar vermesi ve varsa karardaki hataların giderilmesi sağlanır. İstisnaî olarak kararı veren makamca yapılan denetim, kanun yoluna başvurunun aktarıcı etkisini ortadan kaldırmaz. Zira kararı veren makamca yapılan denetimde de karar yeniden incelenmekte ve denetlenmektedir.

25. Kanun yolları hukukumuzda olağan ve olağanüstü kanun yolları olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Kesinleşmiş kararlara karşı olağanüstü kanun yoluna başvurulması mümkün iken, kesinleşmemiş kararlar için öngörülen kanun yolları olağan kanun yollarıdır. Olağan kanun yoluna başvuru kural olarak hükmün icrasını değil sadece şekli anlamda kesinleşmesini engellemektedir.

26. 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkındaki Kanun (5235 sayılı Kanun) ile kabul edilen istinaf, 20 Temmuz 2016 tarihinde faaliyete başlayan bölge adliye mahkemeleri ile birlikte hukuk sistemimize dâhil olmuştur. Bu kapsamda istinaf ve temyiz olağan; yargılamanın yenilenmesi ve kanun yararına temyiz olağanüstü kanun yolları olarak kabul edilmiş, karar düzeltme kanun yolu ise hukuk sistemimizden çıkarılmıştır.

27. Olağan kanun yollarından biri olan istinaf hukuk yargılamasının öncelikli amacı, kesinleşmemiş ilk derece mahkemesi kararlarını hem maddi hem de hukukî yönden yeniden denetleyerek gözden geçirmektir. Bu kanun yolu ile yargı kararlarına güven duyulması ve hata yapılma ihtimalinin azaltılması amaçlanmaktadır. Bu özellikleri karşısında hem erteleyici hem de aktarıcı bir etkiye sahip olduğu söylenebilir (HGK’nın 25.03.2021 tarihli ve 2020/9-6 E., 2021/342 K. sayılı kararı, §. 24).

28. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 341. maddesinin 1. fıkrasında ilk derece mahkemelerinden verilen nihaî kararlar ile ihtiyatî tedbir, ihtiyatî haciz taleplerinin reddi ve bu taleplerin kabulü hâlinde, itiraz üzerine verilecek kararlara karşı istinaf kanun yoluna başvurulabileceği hükmü mevcut iken 22.07.2020 tarihli ve 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un (7251 sayılı Kanun) 34. maddesi ile 341. maddenin 1. fıkrasındaki hüküm;

“İlk derece mahkemelerinin aşağıdaki kararlarına karşı istinaf yoluna başvurulabilir:

a) Nihai kararlar.

b) İhtiyati tedbir ve ihtiyati haciz taleplerinin reddi kararları, karşı tarafın yüzüne karşı verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararları, karşı tarafın yokluğunda verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararlarına karşı yapılan itiraz üzerine verilen kararlar.” şeklinde yeniden düzenlenmiştir.

29. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 341. maddesinin devam eden fıkralarında ise hangi kararlara karşı istinaf kanun yoluna başvurulabileceği, hangi hâllerde bu kanun yolunun kapalı olduğu ayrıntıları ile düzenlenmiştir.

30. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda istinaf sebepleri tek tek gösterilmemiştir. Bununla birlikte istinaf kanun yolunu düzenleyen HMK’nın 341 ila 360. maddelerindeki hükümlerden hareketle istinaf sebeplerini tespit etmek mümkündür. Nitekim HMK’nın 342. maddesinin 2. fıkrasına göre istinaf dilekçesinde, başvuran ile karşı tarafın davadaki sıfatları, adı, soyadı, Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası ve adresleri; varsa kanunî temsilci ve vekillerinin adı, soyadı ve adresleri; kararın hangi mahkemeden verilmiş olduğu ve tarihi ile sayısı; kararın başvurana tebliğ edildiği tarih; kararın özeti, başvuranın veya kanunî temsilci yahut vekilinin imzası dışında başvuru sebepleri ve gerekçesi ile talep sonucu da bulunmalıdır. Ancak aynı maddenin 3. fıkrası uyarınca; “İstinaf dilekçesi, başvuranın kimliği ve imzasıyla, başvurulan kararı yeteri kadar belli edecek kayıtları taşıması durumunda diğer hususlar bulunmasa bile reddolunmayıp, 355 inci madde çerçevesinde gerekli inceleme yapılır”.

31. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Ön inceleme” başlıklı 352. maddesinde ise, bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince dosya üzerinde yapılacak ön inceleme sonunda incelemenin başka bir dairece veya bölge adliye mahkemesince yapılmasının gerekli olması; kararın kesin olması; başvurunun süresi içinde yapılmaması; başvuru şartlarının yerine getirilmemesi; başvuru sebeplerinin veya gerekçesinin hiç gösterilmemesi hâllerinden birinin tespiti durumunda öncelikle gerekli kararın verileceği, eksiklik bulunmadığı anlaşılan dosyanın incelemeye alınacağı belirtilmiştir.

32. Bunların yanı sıra HMK’nın “Duruşma yapılmadan verilecek kararlar” başlıklı 353. maddesinde;

“(1) Ön inceleme sonunda dosyada eksiklik bulunmadığı anlaşılırsa;

a) Aşağıdaki durumlarda bölge adliye mahkemesi, esası incelemeden kararın kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye veya kendi yargı çevresinde uygun göreceği başka bir yer mahkemesine ya da görevli ve yetkili mahkemeye gönderilmesine duruşma yapmadan kesin olarak karar verir:

1) Davaya bakması yasak olan hâkimin karar vermiş olması.

2) İleri sürülen haklı ret talebine rağmen reddedilen hâkimin davaya bakmış olması.

3) Mahkemenin görevli ve yetkili olmasına rağmen görevsizlik veya yetkisizlik kararı vermiş olması veya mahkemenin görevli ya da yetkili olmamasına rağmen davaya bakmış bulunması (…)

4) Diğer dava şartlarına aykırılık bulunması.

5) Mahkemece usule aykırı olarak davanın veya karşı davanın açılmamış sayılmasına, davaların birleştirilmesine veya ayrılmasına, (…) karar verilmiş olması.

6) (Değişik:22/7/2020-7251/35 md.) Mahkemece, uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek ölçüde önemli delillerin toplanmamış veya değerlendirilmemiş olması ya da talebin önemli bir kısmı hakkında karar verilmemiş olması.

b) Aşağıdaki durumlarda davanın esasıyla ilgili olarak;

1) İncelenen mahkeme kararının usul veya esas yönünden hukuka uygun olduğu anlaşıldığı takdirde başvurunun esastan reddine,

2) Yargılamada eksiklik bulunmamakla beraber, kanunun olaya uygulanmasında hata edilip de yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde veya kararın gerekçesinde hata edilmiş ise düzelterek yeniden esas hakkında,

3) Yargılamada bulunan eksiklikler duruşma yapılmaksızın tamamlanacak nitelikte ise bunların tamamlanmasından sonra başvurunun esastan reddine veya yeniden esas hakkında,

duruşma yapılmadan karar verilir.” şeklinde düzenlenmiştir.

33. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 355. maddesine göre de; istinaf incelemesi istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır. Ancak, bölge adliye mahkemesi kamu düzenine aykırılık gördüğü takdirde bunu re’sen gözetir. HMK’nın 356. maddesi ise 353. maddede belirtilen hâller dışında incelemenin, duruşmalı olarak yapılacağını hükme bağlamış, maddenin 7251 sayılı Kanun’un 36. maddesi ile eklenen 2. fıkrasında da duruşma sonunda bölge adliye mahkemesinin istinaf başvurusunu esastan reddetmek veya ilk derece mahkemesi hükmünü kaldırarak yeniden hüküm kurmak dâhil gerekli kararları vereceği belirtilmiştir.

34. Bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde genel olarak ilk derece mahkemesinin vakıalar, vakıaların ispatı için ileri sürülen ve toplanan delillerin değerlendirilmesi, yargılama usulü ve hukukun uygulanması ile ilgili noktalardaki kabulüne ilişkin eksiklik ya da yanlışlıklar sebebi ile istinaf kanun yoluna başvurulabileceği sonucu çıkmaktadır. Başka bir anlatımla, vakıaların tespit ve değerlendirilmesindeki hatalar ile hukukun uygulanmasından kaynaklanan yanlışlıklar istinaf sebebi olacaktır (HGK’nın 06.11.2018 tarihli ve 2016/22-388 E., 2018/1607 K. sayılı kararı).

35. İstinaf bir kanun yolu olmakla birlikte temyiz kanun yolundan farklı olarak ilk derece mahkemesi kararının denetlenmesi yanında aynı zamanda gerektiğinde yeni bir yargılama yapılması ve hüküm mahkemesi gibi karar verilmesi söz konusudur.

36. İlk derecedeki tahkikatın amacı, uyuşmazlıkla ilgili tarafların delillerini toplayıp değerlendirdikten sonra uyuşmazlığı çözüp karar bağlamak iken temyiz incelemesinin amacı denetimdir. İstinafta ise, hem ilk derece mahkemesinin gerçekleştirdiği tahkikat denetlenir, hem de gerekirse yeniden inceleme yapılarak karar verilir. Zira istinaf yolunda sadece hukukî denetim değil, aynı zamanda maddi vakıa denetimi de yapılmaktadır. Bu açıdan istinaf incelemesi ne ilk derece yargılamasının ne de temyizin özelliklerini tam olarak taşımaktadır.

37. Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, istinaf ile ilgili dar ve geniş istinaf sistemi olmak üzere iki sistem öngörülmüş olup, geniş anlamda istinaf sisteminde ilk derece yargılamasındaki gibi yeniden inceleme yapılmakta, maddi mesele, ortaya çıkan değişiklikler herhangi bir sınırlamaya tâbi olmaksızın ileri sürülen yeni delil ve olaylar yeniden ele alınarak incelenmektedir. Dar anlamda istinaf sisteminde ise; ilk yargılamadaki her şey yenilenmemekte ilk yargılama baştan sona aynen tekrarlanmayarak maddi olay incelemesi yapılmakta ve kural olarak özellikle ilk derece mahkemesinde ileri sürülmeyen hususlar incelenmemektedir. Yani dar anlamda istinaf sisteminde verilen kararın ileri sürülen hususlar çerçevesinde maddi ve hukukî denetimi yapılmaktadır.

38. Hukukumuzda dar anlamda istinaf sistemi kabul edilmiş olup istinaf incelemesinin kapsamını HMK’nın 355. maddesi belirlemiştir. Bu madde hükmü dikkate alındığında kamu düzenine aykırılık hâlleri dışında istinaf dilekçesinde belirtilen istinaf sebepleri ile sınırlı olarak inceleme yapılır; istinaf sebebi ile bağlı kalınmak kaydı ile bu konudaki delillerin toplanması ve incelenmesi söz konusu olur. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama tümüyle tekrarlanmayıp sadece yanlışlık ya da eksiklik tespit edilen noktalarda yargılama yapılarak deliller toplanıp değerlendirildikten sonra, kararın düzeltilmesi sağlanmaktadır. Nitekim HMK’nın 357. madde hükmüne göre, bölge adliye mahkemesince re’sen göz önünde tutulacak hususlar ile ilk derece mahkemesinde usulüne uygun olarak gösterildiği hâlde incelenmeden reddedilen veya mücbir bir sebeple gösterilmesine olanak bulunmayan deliller dışında, ilk derece mahkemesinde ileri sürülmeyen iddia ve savunmalar dinlenemez, yeni delillere dayanılamaz.

39. Bölge adliye mahkemesince yapılacak istinaf incelemesi sonucunda ilk derece mahkemesi kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu kanaatine varılması hâlinde istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilecektir (HMK m. 353/b-1). Duruşma yapılmasına gerek olmayan, HMK’nın 353. maddesinin (a) fıkrasının 1 ila 6. bentleri arasında düzenlenen usulî hataların bulunduğu durumlarda bölge adliye mahkemesi ilk derece mahkemesinin kararını kaldırıp dosyanın ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verir.

40. Bölge adliye mahkemesi istinaf başvurusunda ileri sürülen sebeplerin doğru olduğuna kanaat getirirse bu durumda ilk derece mahkemesi kararını kaldırarak yeniden esas hakkında hüküm kurar. Ayrıca yargılamada eksiklik bulunmamakla beraber kanunun olaya uygulanmasında hata edilip de yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde veya kararın gerekçesinde hata edilmiş ise düzelterek yeniden esas hakkında karar verecektir.

41. İstinaf incelemesi sonunda kararın nasıl verileceği Kanun’da ayrıntılı bir şekilde belirtilmemiş, sadece 359. maddede kararın neleri içereceği düzenlenmiştir. Bu durumda 360. maddenin atfı sebebiyle ilk derece mahkemesindeki karar aşaması istinafta da geçerli olacaktır. Buna göre 294. madde çerçevesinde, bölge adliye mahkemesi iddia ve savunmaları dinledikten sonra yargılamanın bittiğini bildirerek kararını tefhim eder ve karar tefhimi, en az hüküm sonucunun tutanağa geçirilerek okunması suretiyle olur. Sadece hüküm sonucunun tefhimi hâlinde gerekçeli karar bir ay içinde yazılmalıdır (HMK m. 294/4) (Pekcanıtez, H./Özekes, M./Akkan, M./Korkmaz, H. Taş: Pekcanıtez Usûl Medeni Usûl Hukuku Cilt III, 15. Bası, İstanbul 2017, s. 2264).

42. Bölge adliye mahkemesi kararının hangi hususları içermesi gerektiği HMK’nın 359. maddesinde düzenlenmiş olup maddenin devam eden fıkralarında ise; hükmün sonuç kısmında gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerektiği; başvurunun esastan reddi kararında, ileri sürülen istinaf sebeplerinin özetlenmesi ve ret sebeplerinin açıklanması kaydıyla kararın hukuk kurallarına uygunluk gerekçesinin gösterilmesi ile yetinilebileceği hükme bağlanmıştır. İstinaf bölümünde aksine hüküm bulunmayan hâllerde ise ilk derece mahkemesinde uygulanan yargılama usulü, bölge adliye mahkemesinde de uygulanacaktır (HMK m. 360).

43. Gelinen bu aşamada temyiz kanun yolu üzerinde durulmalıdır.

44. Temyiz kanun yolu HMK’nın 361 ve devam eden maddelerinde düzenlenmiştir. HMK’nın 361. maddesine göre, “Bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinden verilen temyizi kabil nihai kararlar ile hakem kararlarının iptali talebi üzerine verilen kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde temyiz yoluna başvurulabilir.” Görüldüğü üzere temyiz kural olarak bölge adliye mahkemelerinin kararlarına karşı başvurulabilen bir kanun yoludur. HMK’nın 362. maddesinde ise temyiz edilemeyen kararlar hakkında düzenleme yapılmıştır.

45. Temyiz sebepleri HMK’nın 371. maddesinde sayılmıştır. Bunlar; hukukun veya taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması, dava şartlarına aykırılık bulunması, taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin kanunî bir sebep olmaksızın kabul edilmemesi ve karara etki eden yargılama hatası veya eksiklikler bulunması olarak belirtilmiş olmakla birlikte aynı Kanun’un 369. maddenin 1. fıkrasındaki hüküm gereğince Yargıtay tarafların ileri sürdükleri temyiz sebepleriyle bağlı olmayıp, kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü diğer hususları da inceleyebilir.

46. Yargıtay, taraflarca ileri sürülen veya kendisinin tespit ettiği temyiz sebeplerini yerinde görürse bozma kararı verecektir. Ancak bozma kararı, bölge adliye mahkemesinin ilk derece mahkemesi tarafından verilen kararı kaldırıp düzelterek verdiği bir karar veya ilk derece mahkemesi kararını kaldırıp davanın esası hakkında yeniden verdiği bir karara ilişkin ise dosya kararı vermiş olan bölge adliye mahkemesine veya uygun görülen başka bir bölge adliye mahkemesine gönderilecektir (HMK m. 373/2).

47. Yargıtayın bozma kararı bölge adliye mahkemesi tarafından verilen istinaf başvurusunun esastan reddi kararına ilişkin ise, bölge adliye mahkemesi kararı kaldırılarak dosya, kararı veren ilk derece mahkemesine veya uygun görülecek diğer bir ilk derece mahkemesine, kararın bir örneği de bölge adliye mahkemesine gönderilir (HMK m. 373/1).

48. Burada iki durum arasındaki fark şu noktadadır: Birincisinde (m. 373/2), bölge adliye mahkemesi ilk derece mahkemesi kararını yanlış bulup yeni bir karar vermiştir; ikincisinde ise (m. 373/1), bölge adliye mahkemesi ilk derece mahkemesi kararını doğru bularak istinaf başvurusunu reddetmiştir. Birincisinde, dosyanın kararı veren bölge adliye mahkemesine gönderilmesi normaldir. Çünkü artık ilk derecenin bir kararı mevcut değildir, bozulan karar bölge adliye mahkemesinin kararıdır, dosya kararı bozulan mahkemeye (dereceye) gönderilmektedir. İkincisinde ise her ne kadar bozma kararı bölge adliye mahkemesi kararına ilişkin olsa da, özünde ilk derecenin kararı bozulmuştur. Çünkü bu durumda istinaf aşamasında bir karar verilmemiş, sadece ilk derecenin kararı doğru bulunmuş ve istinaf başvurusu reddedilmiş demektir. İstinafın kararı bozulmakla, aslında ilk derecenin kararı yanlış bulunduğundan dosya ilk dereceye gönderilmektedir (Pekcanıtez Usûl, s. 2302). Dosya ilk derece mahkemesine gönderilmiş ve ilk derece mahkemesi bozma kararına uymuş ise, bozmaya uyularak verilen karara karşı temyiz yoluna başvurulabilir.

49. Dosyanın bölge adliye mahkemesine gönderildiği durumlarda bölge adliye mahkemesi, HMK’nın 360. maddesinin atfıyla ilk derece mahkemelerinde uygulanan yargılama usulüne göre 344. madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra Yargıtayın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir. Gerek ilk derece mahkemesi, gerekse bölge adliye mahkemesi bozma kararına direnirse bu kararın temyiz edilmesi durumunda inceleme, kararına direnilen dairece yapılır ve daire, direnme kararını yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderir.

50. Bölge adliye mahkemesi yaptığı değerlendirme sonucu bozma kararının doğru olduğu kanaatine varırsa bozmaya uyulmasına karar verecektir. Bozmaya uyma kararı ile birlikte kendisi için o kararda belirtilen hukukî esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. Ayrıca uyma kararı, mahkemenin vermiş olduğu önceki kararının hatalı olduğu ve Yargıtayın bozma kararı doğrultusunda yeniden inceleme yaparak karar vereceği anlamına gelmektedir (Pekcanıtez Usûl, s. 2308).

51. Diğer yandan bölge adliye mahkemesinin ilk derece mahkemesi kararını kaldırarak düzelterek veya yeniden esas hakkında hüküm vermesi ve bu hükmün de Yargıtay tarafından bozulması ile ilk derece mahkemesi kararı hayatiyetini kaybetmiş olur. Hüküm mahkemesi sıfatıyla esas hakkında verdiği karara ilişkin bozma ilamına uyan bölge adliye mahkemesinin hüküm mahkemesi sıfatı devam ettiğinden bozma kararına uygun olarak esas hakkında uyuşmazlığı sona erdirecek, infaza elverişli bir karar vermesi gerekir. Aksine hukuk dünyasında geçerli ve sonuç doğurabilir bir ilk derece mahkemesi kararı varmış gibi bu karara yönelik istinaf incelemesi yapılarak istinaf başvurusunun veya başvurularının esastan reddine karar verilmesine olanak bulunmamaktadır. Kaldı ki; ilk derece mahkemesi kararını kaldırarak yeniden esas hakkında hüküm kuran bölge adliye mahkemesince bu sefer bozmaya uyularak istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi hâlinde, yıllar önce verilen ve hukukî geçerliliğini yitirmiş bir ilk derece mahkemesi kararına yeniden hayatiyet kazandırmanın sakıncaları dikkate alındığında bu durumun, infazda tereddütlere ve karışıklıklara neden olacağı, hükmün infazını engelleyecek şekilde bir etki yapacağını belirtmek gerekir.

52. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; ilk derece mahkemesinde davanın reddine karar verildiği, bu karara karşı davacı vekilinin istinaf kanun yoluna başvurması üzerine bölge adliye mahkemesince istinaf başvurusu yerinde bulunup ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın kabul edildiği, anılan kararın davalı şirket vekilince temyizi üzerine Özel Dairece, hukuka aykırı olduğu belirtilen karar bozularak dosyanın kararı veren bölge adliye mahkemesine gönderildiği, bölge adliye mahkemesince bozma ilamına uyularak ilk derece mahkemesi kararına yönelik davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verildiği, bu kararın davacı vekilince temyizi üzerine kararın Özel Daire tarafından bölge adliye mahkemesince yeniden hüküm tesis edilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulduğu ve bölge adliye mahkemesince önceki hükümde direnildiği anlaşılmaktadır.

53. Şu hâlde; bölge adliye mahkemesince ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak hüküm mahkemesi sıfatıyla yeniden esas hakkında hüküm kurulmakla ilk derece mahkemesi kararı hukukî varlığını kaybetmiştir. Bölge adliye mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına uyulmakla yapılan yargılama ilk derece mahkemesi kararının istinaf incelemesi mahiyetinde değildir. Bu itibarla Özel Daire bozma ilamına uyan bölge adliye mahkemesince uyulan bozma kararı doğrultusunda uyuşmazlığı sona erdirecek, infaza elverişli hüküm kurulması gerekirken, hayatiyetini kaybetmiş ilk derece mahkemesi kararı ile ilgili istinaf incelemesi yapılarak istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

54. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki hükümde direnilmesi doğru değildir.

55. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 371. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373/2. maddesi uyarınca kararı veren bölge adliye mahkemesine gönderilmesine, 22.06.2022 tarihinde oy birliği ile kesin olarak verildi.

HGK. 22.06.2022 T. E: 2021/11-334 , K: 1021

Related Articles

Back to top button