2023 YılıHGKİstinaf&Temyiz

Bölge adliye mahkemesince ilk derece mahkemesi kararı kaldırılmak suretiyle yeniden kurulan hükme ilişkin Özel Daire bozma kararı sonrası dosya ilk derece mahkemesine gönderilmişse de, HMK 373/2 gereğince dosyanın kararı veren bölge adliye mahkemesine gönderilmesi gerektiği- Yanılgı sonucu dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmiş olmasının, bölge adliye mahkemesinin HMK 373/3 kapsamında bozma kararına karşı uyma veya direnme kararı verme yetkisini ortadan kaldırmayacağı ve bu yetkinin ilk derece mahkemesine geçmeyeceği- İlk derece mahkemesince direnme adı altında verilen kararın bir sonuç doğurduğundan ya da tarafların leh ve aleyhine usule ilişkin hak bahşettiğinden söz edilemeyeceği

Bölge adliye mahkemesince ilk derece mahkemesi kararı kaldırılmak suretiyle yeniden kurulan hükme ilişkin Özel Daire bozma kararı sonrası dosya ilk derece mahkemesine gönderilmişse de, HMK 373/2 gereğince dosyanın kararı veren bölge adliye mahkemesine gönderilmesi gerektiği- Yanılgı sonucu dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmiş olmasının, bölge adliye mahkemesinin HMK 373/3 kapsamında bozma kararına karşı uyma veya direnme kararı verme yetkisini ortadan kaldırmayacağı ve bu yetkinin ilk derece mahkemesine geçmeyeceği- İlk derece mahkemesince direnme adı altında verilen kararın bir sonuç doğurduğundan ya da tarafların leh ve aleyhine usule ilişkin hak bahşettiğinden söz edilemeyeceği-

Taraflar arasındaki itirazın iptali davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın reddine ve şartları oluşmadığından kötüniyet tazminatı takdirine yer olmadığına karar verilmiştir.

Kararın taraf vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine, davalılar vekilinin istinaf başvurusunun kısmen kabulüne, ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden hüküm kurulmak suretiyle davacının açmış olduğu tacirler arası akaryakıt bayilik sözleşmesinden kaynaklanan alacak için yapılan icra takibine itirazın iptali davası sübut bulmadığından esastan reddine, davacının icra takibinde haksız olduğu sabit ise de kötüniyetli olduğuna yönelik kanaat oluşmadığından davacı aleyhine kötüniyet tazminatına hükmedilmesine yer olmadığına, davalılar kendilerini bir vekille temsil ettirdiğinden dolayı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi (AAÜT) gereğince reddedilen 32.236.495,55 TL üzerinden hesap edilen 410.989,00 TL vekâlet ücreti takdirine, bu bedelin davacıdan tahsiline, davalılar vekilinin diğer istinaf taleplerinin reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı taraf vekilleri tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, temyiz incelemesi sırasında duruşmanın düzenlendiği 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 369 uncu maddesinin direnme kararının temyizini kapsamadığı, direnmenin düzenlendiği aynı Kanun’un 373 üncü maddesinde ise duruşmaya yer verilmediği gözetildiğinde direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağı kabul edilerek davacı vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verilerek, Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkili ile davalı arasında akaryakıt – oto gaz satış ve servis istasyonu kurulu bulunan taşınmazın; birinci dönemi beş yıl, ikinci dönemi beş yıl, üçüncü dönemi otuz sekiz ay süreli ve 01.01.2023 tarihine kadar geçerli olmak üzere müvekkili şirkete kiralanmasına ilişkin 19.10.2009 tarihli kira sözleşmesinin imzalandığını, diğer davalı …’ın bu sözleşmeyi “Garanti Eden” sıfatıyla imzaladığını, müvekkili şirket ile davalı şirket arasında akdedilen kira sözleşmesinin 4.2. maddesi gereğince kararlaştırılan üç döneme ait kira bedelinin tamamı olan 11.132.342 USD+KDV’nin davalı tarafından düzenlenen faturalara ve taraflar arasında akdedilen kira sözleşmesine uygun olarak davalıya ödendiğini, davalının keşide ettiği ihtarnameyle kira sözleşmesinin birinci beş yıllık sürenin dolması ile sona erdiğini müvekkili şirkete bildirdiğini, davalı tarafın kira sözleşmesinin 7 nci maddesi ile “Kira sözleşmesinin ilk 5 yıllık döneme müteakip sona ermesi halinde kira sözleşmesinin sona erdiği tarihten, kira dönem sonuna kadar işlememiş süre olarak kabul edilecek döneme tekabül eden toplam 7.532.342USD + KDV tutarındaki kira bedelini … İş bu sözleşmenin imza tarihinde geçerli 12 aylık Amerikan Doları (USD) Libar + 5 üzerinden, işlemiş kira dönemi esas alınarak hesaplanacak faiz ile birlikte ödemeyi …” kabul ve taahhüt ettiğini, kira sözleşmesinin ilk beş yıllık dönemin bitiminde davalı şirketçe sona erdirilmiş olması nedeniyle anılan sözleşme hükmü uyarınca işlememiş döneme tekabül eden kira bedeli ve faizin davalı tarafa fatura edilmiş olduğunu, müvekkili tarafından diğer alacakları ile birlikte anılan fatura bedellerinin ödenmesi hususunu davalı tarafa ihtarname gönderildiğini, ihtarname ekinde faturaları davalı tarafa tebliğ ettiğini, müvekkilinin alacaklarının ödenmesi hususunda davalıya yapmış olduğu ihtarın sonuçsuz kalması nedeniyle müvekkili tarafından işlememiş süreye tekabül eden kira bedeli ve faizine ilişkin alacaklarının tahsil için takibe konu ipoteklerin paraya çevrilmesi talebiyle İstanbul Anadolu 10. İcra Müdürlüğünün 2015/322 Esas sayılı dosyası üzerinden tahsilde tekerrür oluşturmamak kaydıyla ipotek miktarı ile sınırlı olarak icra takibi başlatılmış olduğunu, aynı zamanda alacağın tamamı için İstanbul 23. İcra Müdürlüğünün 2015/7625 Esas sayılı dosyasından tahsilde tekerrür oluşturmamak kaydıyla ilâmsız takip başlatıldığını, davalıların haksız itirazları nedeniyle icra takibi durdurulduğundan takibin devamı için eldeki bu itirazın iptali davasının açılmasının zorunluluğunun doğduğunu belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla davanın kabulü ile tahsilde tekerrür oluşturmamak kaydıyla davalıların İstanbul 23. İcra Dairesinin 2015/7625 Esas sayılı icra dosyasına yaptıkları haksız ve kötüniyetli itirazlarının iptali ile takibin devamına, davalıların haksız ve kötüniyetli itirazları nedeni ile icra takibi tutarının %20’sinden az olmamak üzere icra inkâr tazminatına mahkûm edilmesine karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalılar vekili cevap dilekçesinde; davacı tarafından alacağın kira sözleşmesinin sona ermesinden kaynaklı bir alacak olduğu belirtilmiş ise de, dilekçenin davanın esası ile ilgili kısmında kira sözleşmesinin rekabet mevzuatı uyarınca beş yıldan uzun süreli akdedilmesi nedeniyle hukuken geçersizlik yaptırımına tâbi hâle geldiğini, bu nedenle dava konusu uyuşmazlığın rekabet mevzuatının amir hükümleri çerçevesinde çözülmesi gerektiğinin aşikâr olduğunu belirterek haksız ve hukuka aykırı itirazın iptali davasının belirtilen usuli ve esas hakkındaki itirazları doğrultusunda reddine ve bu nedenle müvekkilleri aleyhinde başlatılmış olan haksız ve hukuka aykırı icra takiplerinin ayrı ayrı iptalini savunmuş, davacının kötüniyetli takibi ve itirazın iptali davası nedeniyle icra takibinin %20’si tutarındaki kötüniyet tazminatı ödemeye mahkûm edilmesine karar verilmesini talep etmiştir.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 10.07.2020 tarihli ve 2019/344 Esas, 2020/405 Karar sayılı kararıyla; toplanan delillere ve benimsenen bilirkişi raporuna göre, davacı tarafça kira sözleşmesinin ikinci ve üçüncü dönemi için ödendiği iddia olunan bedelin gerçekte taraflar arasında 2005 yılında akdedilen protokol uyarınca yapılan ve önceki döneme ilişkin borcun tasfiyesine ilişkin yapıldığı gerekçesiyle davanın reddine ve şartları oluşmadığından kötüniyet tazminatı takdirine yer olmadığına karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde karşı taraf vekilleri istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 27.10.2020 tarihli ve 2020/2211 Esas, 2020/1639 Karar sayılı kararıyla; taraflar arasında düzenlenen fesihnameler dikkate alındığında davacı tarafından davalıya ödenen bedellerin kira bedeli olmadığı, protokol uyarınca davacı tarafça üstlenilen istasyonun inşası için yapılan masraflara ilişkin olduğu, davacı tarafından bu borcun üstlenildiği, davacı tarafın 2009 yılından itibaren ödediği paraların kira sözleşmesi gereğince ödendiği, kira sözleşmesi gereğince kiralananın davacı tarafça kullanıldığı, bu nedenle ödenen bedellerin istenemeyeceği, davacının icra takibinde haksız olduğu sabit ise de kötüniyetli olduğuna ilişkin tam bir kanaat oluşmadığından kötüniyet tazminatı talebinin reddi gerektiği, dava konusunun para alacağı olması nedeniyle davanın reddi hâlinde davalılar lehine nispi vekâlet ücreti takdiri gerektiği gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusun esastan reddine, davalılar vekilinin istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile mahkeme kararının kaldırılarak yeniden hüküm kurulmak suretiyle davacının açmış olduğu tacirler arası akaryakıt bayilik sözleşmesinden kaynaklanan alacak için yapılan icra takibine itirazın iptali davası sübut bulmadığından esastan reddine, davacının icra takibinde haksız olduğu sabit ise de kötüniyetli olduğuna yönelik kanaat oluşmadığından davacı aleyhine kötüniyet tazminatına hükmedilmesine yer olmadığına, davalılar kendilerini bir vekille temsil ettirdiğinden dolayı AAÜT gereğince red edilen 32.236.495,55 TL üzerinden hesap edilen 410.989,00 TL vekâlet ücreti takdirine, bu bedelin davacıdan tahsiline, davalılar vekilinin diğer istinaf taleplerinin reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;

“…Davacı ile davalı arasında 1994 yılından itibaren devam eden ilişki kapsamında çeşitli tarihlerde protokoller, anlaşmalar yapıldığı, son olarak davaya konu 19.10.2009 tarihli kira sözleşmesi ile 19.10.2009 tarihli fesih protokolü imzalandığı anlaşılmaktadır.
19.10.2009 tarihli kira sözleşmesi üç dönem (5 yıl, 5 yıl, 38 ay) için yapılmış, kira bedelinin ödenmesine ilişkin maddede, 9.440.000 TL’nin temlikname hükümleri gereğince, 4.116.258 TL+ KDV’nin davalının bankadan kullandığı kredinin faiz miktarına esas teşkil etmek üzere belirtilen tarihlerde davalının banka hesabına yatırılacağı, kalan kısmının ise BP nezdinde davalının doğmuş ve doğacak borçlarından mahsup edileceği kararlaştırılmıştır. Davalı tarafından davacı adına 28.10.2009, 04.02.2010 ve 24.01.2011 tarihli faturalar düzenlenmiştir. Bu faturaların içeriğinde taraflar arasındaki kira sözleşmesinin 4.2 maddesinden söz edilerek kira bedellerinin ne şekilde ödeneceği ve hangi döneme ilişkin olarak fatura düzenlendiği açıkça yazılmıştır. Bu halde davacı tarafından davalıya yapılan 30.10.2009, 26.02.2010 ve 28.01.2011 tarihli ödemelerin kira sözleşmesi ve faturalar çerçevesinde yapıldığı anlaşılmaktadır.

Taraflar arasındaki fesih protokolünde Bayilik anlaşmaları, ek protokol ve taahhütnameleri sona erdirdikleri, bayinin işbu fesih sözleşmesine konu ticari ilişki sebebiyle BP’den herhangi bir hak ve alacağının kalmadığı belirtilmiştir. Mahkemece alınan bilirkişi raporunda davacı tarafından davalıya yapılan ödemelerin sadece ilk dönemi kapsayan kısmı için kira bedeli açıklaması ile deftere kayıtlı olduğu, diğer ödemelerin davacı defterlerinde Gelecek Yıllara Ait Giderler-Müş Yatırım (müşterilere yatırımlar) hesabına kaydedildiği belirtilmiştir. Bu durumun sözleşmedeki kira ödeme planına uygun olduğu anlaşılmaktadır. Davalı bayinin ibra beyanı sonucu davacının sözleşmeye göre ve fatura karşılığı yaptığı kira ödemelerinin 2005 yılında yapılmış sözleşmeye istinaden yapıldığının kabulü mümkün değildir.

Kira sözleşmesinin “Kiralayanın sözleşmeyi tek taraflı fesih hakkı” başlıklı 7. maddesinde “kiralayanın ikinci veya üçüncü kira dönemine ilişkin kabul iradesini yazılı olarak göstermeyerek işbu sözleşmeyi ilk beş yıllık kira süresinin hitamında tek taraflı olarak feshedilmesi halinde kira sözleşmesinin sona erdiği tarihten kira dönemi sonuna kadar işlememiş süre olarak kabul edilerek döneme tekabül eden toplam 7.532.342USD+KDV tutarındaki kira bedelini işbu sözleşmenin imza tarihinde geçerli olan 12 aylık USD libor+5 üzerinden, işlemiş kira süresi esas alınarak hesaplanacak faiziyle birlikte USD cinsinden veya fatura tarihinde geçerli TCMB döviz satış kuru üzerinden hesaplanacak TL karşılığı olarak ödemeyi kabul ve taahhüt eder.” hükmü yer almaktadır. Davalı, 12.11.2014 tarihinde davacıya ihtarname göndererek kira sözleşmesinin ikinci beş yıl için devam etmesini istemediklerini bildirerek kira sözleşmesini tek taraflı olarak feshetmiştir.

Mahkemece taraflar arasındaki fesih protokolü, kira sözleşmesi, davalı tarafından davacı adına düzenlenen faturalar da nazara alınarak bakiye kira alacağı hesaplanarak uygun sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken delillerin takdirinde hataya düşülerek yazılı şekilde hüküm verilmesi doğru görülmemiştir,…” gerekçesiyle davacı vekilinin temyiz isteminin kabulü ile İlk Derece Mahkemesince verilen karara yönelik davacının istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozularak kaldırılmasına, davalı vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, 6100 Hukuk Muhakemeleri Kanun’un 373/1 inci maddesi uyarınca dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.

B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki karardaki gerekçeye ek olarak, Yargıtay bozma ilâmında her ne kadar önceki sözleşmelerin kira sözleşmesiyle feshedildiği ileri sürülmüş ise de, gerek 2005 tarihli sözleşme, gerek 28.11.2008 tarihli anlaşma, gerek Kadıköy 15. Noterliğinin 31.12.2008 tarihli temliknamesi, gerekse davacı şirketin Akbank Kozyatağı Şube Müdürlüğüne yazdığı taahhütnameyle, bu bedelin 9.440.000,00 TL olduğu, aynı bedelin daha sonra 2009 tarihinde yapılan kira sözleşmesinde ikinci ve üçüncü dönem kira bedeli olarak ödendiği iddiası var ise de, davacı ve davalı arasında söz konusu bedelin ikinci kez ödendiğine ilişkin bir iddianın bulunmadığı, 9.440.000,00 TL’lik 2005 tarihli sözleşme uyarınca davacı şirket tarafından üstlenilen bu kredi borcunun davalıya ya da dava dışı bankaya (kira sözleşmesinde belirtilen bedel dışında) ikinci kez bir ödemenin yapılmadığının tespit edildiği, bu bağlamda fesih ve ibranamenin söz konusu bedelin ödenmesi şartı ile geçerli olacağı, davalıdan soyut bir ibraname alınmış olmasının bu bedelin ödendiği anlamına gelmediği, ödeme tarihi de dikkate alındığında 9.440.000,00 TL değerinde bir alacaktan davalı şirketin ibraname vermesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde karşı taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davacı vekili temyiz dilekçesinde; 19.10.2009 tarihli fesih protokolü ile taraflar arasında daha önce akdedilmiş protokol, anlaşma ve tüm sözleşmelerin sona erdirilerek müvekkili şirketin ibra edildiğini, müvekkilinin 2005 tarihli Protokol ve 2008 tarihli Anlaşma’dan ötürü davalı şirkete borcunun bulunmadığını, davalı şirketin kredi borcunun müvekkili tarafından temlik alınmadığını, kira sözleşmesinde öngörülen bedelin tamamımın davalı şirkete eksiksiz olarak ödendiğini, bilirkişi raporuna itirazlarının mahkeme tarafından değerlendirilmediğini, davalı taraf için nispi vekâlet ücretine hükmedilmesinin yasaya aykırı olduğunu ileri sürerek direnme kararının bozulmasını talep etmiştir.

Davalılar vekili temyiz dilekçesinde; davacının iddia ve taleplerinin yerinde olmadığını, davacı tarafça iddia olunan alacağın zamanaşımına uğradığını, kira sözleşmesinin düzenlendiği tarihte beş yıldan beri davacının dağıtım şirketi olduğunu, davacı aleyhine kötüniyet tazminatına hükmedilmesi gerektiğini, müvekkili …’ın kefalet ve garantör hükümlerinin geçersiz olması nedeniyle sorumlu tutulamayacağını ileri sürerek direnme kararının bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda tüm dosya kapsamı esas alındığında, davacı tarafından davalıya ödenen bedellerin kira bedeli niteliğinde mi yoksa protokol uyarınca davacı tarafça üstlenilen istasyonun inşası için yapılan masraflara mı ilişkin olduğu, davalı bayinin 19.10.2009 tarihli “Fesih Protokolü” başlıklı belgedeki beyanının geçerli bir ibra beyanı olarak kabul edilip edilemeyeceği ve davacının sözleşmeye göre, fatura karşılığı yaptığı kira ödemelerinin 2005 yılında yapılmış sözleşmeye istinaden yapıldığının kabulünün mümkün olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre taraflar arasındaki fesih protokolü, kira sözleşmesi, davalı tarafından davacı adına düzenlenen faturalar nazara alınarak bakiye kira alacağı hesaplanarak uygun sonuç çerçevesinde bir karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

D. Ön Sorun

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle bölge adliye mahkemesince, ilk derece mahkemesince verilen kararın kaldırılarak yeniden karar verilmiş olması karşısında, bozma kararı sonrasında dosya ilk derece mahkemesine gönderilmiş ise de, 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası hükmüne göre ilk derece mahkemesi tarafından direnme kararı verilip verilemeyeceği hususu ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.

E. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 341 inci maddesinin birinci fıkrası, 352, 353, 355, 359, 361, 373 vd. maddeleri

2. Değerlendirme

1. Ön sorunun çözümü için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler yanında hukuki kavram ve kurumların ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.

2. 6100 sayılı Kanun’un 341 inci maddesinde hangi kararlara karşı istinaf kanun yoluna başvurabileceği, hangi hâllerde bu kanun yolunun kapalı olduğu ayrıntıları ile düzenlenmiş, 352 nci maddesinde ise, bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince dosya üzerinde yapılacak ön inceleme sonunda incelemenin başka bir dairece veya bölge adliye mahkemesince yapılmasının gerekli olması, kararın kesin olması, başvurunun süresi içinde yapılmaması, başvuru şartlarının yerine getirilmemesi, başvuru sebeplerinin veya gerekçesinin hiç gösterilmemesi hâllerinden birinin tespiti durumunda öncelikle gerekli kararın verileceği, eksiklik bulunmadığı anlaşılan dosyanın incelemeye alınacağı belirtilmiştir.

3. 6100 sayılı Kanun’un 355 inci maddesine göre; istinaf incelemesi istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır. Ancak, bölge adliye mahkemesi kamu düzenine aykırılık gördüğü takdirde bunu resen gözetir. Kanun’un 356 ncı maddesi ise 353 üncü maddede belirtilen hâller dışında incelemenin duruşmalı olarak yapılacağını hükme bağlamış, maddenin 7251 sayılı Kanun’un 36 ncı maddesi ile eklenen ikinci fıkrasında da duruşma sonunda bölge adliye mahkemesinin istinaf başvurusunu esastan reddetmek veya ilk derece mahkemesi hükmünü kaldırarak yeniden hüküm kurmak dâhil gerekli kararları vereceği belirtilmiştir.

4. Bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde genel olarak ilk derece mahkemesinin vakıalar, vakıaların ispatı için ileri sürülen ve toplanan delillerin değerlendirilmesi, yargılama usulü ve hukukun uygulanması ile ilgili noktalardaki kabulüne ilişkin eksiklik ya da yanlışlıklar sebebi ile istinaf kanun yoluna başvurulabileceği sonucu çıkmaktadır. Başka bir anlatımla, vakıaların tespit ve değerlendirilmesindeki hatalar ile hukukun uygulanmasından kaynaklanan yanlışlıklar istinaf sebebi olacaktır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 06.11.2018 tarihli ve 2016/22-388 Esas, 2018/1607 Karar sayılı kararı).

5. İstinaf bir kanun yolu olmakla birlikte temyiz kanun yolundan farklı olarak ilk derece mahkemesi kararının denetlenmesi yanında aynı zamanda gerektiğinde yeni bir yargılama yapılması ve hüküm mahkemesi gibi karar verilmesi söz konusudur.

6. İlk derece mahkemesindeki tahkikatın amacı, uyuşmazlıkla ilgili tarafların delillerini toplayıp değerlendirdikten sonra uyuşmazlığı çözüp karar bağlamak iken, temyiz incelemesinin amacı denetimdir. İstinafta ise, hem ilk derece mahkemesinin gerçekleştirdiği tahkikat denetlenir, hem de gerekirse yeniden inceleme yapılarak karar verilir. Zira istinaf yolunda sadece hukuki denetim değil, aynı zamanda maddi vakıa denetimi de yapılmaktadır. Bu açıdan istinaf incelemesi ne ilk derece yargılamasının ne de temyizin özelliklerini tam olarak taşımaktadır.

7. Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, istinaf ile ilgili dar ve geniş istinaf sistemi olmak üzere iki sistem öngörülmüş olup, geniş anlamda istinaf sisteminde ilk derece yargılamasındaki gibi yeniden inceleme yapılmakta, maddi mesele, ortaya çıkan değişiklikler herhangi bir sınırlamaya tâbi olmaksızın ileri sürülen yeni delil ve olaylar yeniden ele alınarak incelenmektedir. Dar anlamda istinaf sisteminde ise; ilk yargılamadaki her şey yenilenmemekte, ilk yargılama baştan sona aynen tekrarlanmayarak maddi olay incelemesi yapılmakta ve kural olarak özellikle ilk derece mahkemesinde ileri sürülmeyen hususlar incelenmemektedir. Yani dar anlamda istinaf sisteminde verilen kararın ileri sürülen hususlar çerçevesinde maddi ve hukuki denetimi yapılmaktadır.

8. Hukukumuzda dar anlamda istinaf sistemi kabul edilmiş olup istinaf incelemesinin kapsamını 6100 sayılı Kanun’un 355 inci maddesi belirlemiştir. Bu madde hükmü dikkate alındığında kamu düzenine aykırılık hâlleri dışında istinaf dilekçesinde belirtilen istinaf sebepleri ile sınırlı olarak inceleme yapılır; istinaf sebebi ile bağlı kalınmak kaydı ile bu konudaki delillerin toplanması ve incelenmesi söz konusu olur. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama tümüyle tekrarlanmayıp sadece yanlışlık ya da eksiklik tespit edilen noktalarda yargılama yapılarak deliller toplanıp değerlendirildikten sonra kararın düzeltilmesi sağlanmaktadır. Nitekim Kanun’un 357 nci maddesi hükmüne göre, bölge adliye mahkemesince resen göz önünde tutulacak hususlar ile ilk derece mahkemesinde usulüne uygun olarak gösterildiği hâlde incelenmeden reddedilen veya mücbir bir sebeple gösterilmesine olanak bulunmayan deliller dışında, ilk derece mahkemesinde ileri sürülmeyen iddia ve savunmalar dinlenemez, yeni delillere dayanılamaz.

9. Bölge adliye mahkemesince yapılacak istinaf incelemesi sonucunda ilk derece mahkemesi kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu kanaatine varılması hâlinde istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilecektir (6100 sayılı Kanun md. 353/b-1). Duruşma yapılmasına gerek olmayan, 6100 sayılı Kanun’un 353 üncü maddesinin (a) fıkrasının 1 ilâ 6 ncı bentleri arasında düzenlenen usuli hataların bulunduğu durumlarda bölge adliye mahkemesi ilk derece mahkemesinin kararını kaldırıp dosyanın ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verir.

10. Bölge adliye mahkemesi istinaf başvurusunda ileri sürülen sebeplerin doğru olduğuna kanaat getirirse bu durumda ilk derece mahkemesi kararını kaldırarak yeniden esas hakkında hüküm kurar. Ayrıca yargılamada eksiklik bulunmamakla beraber kanunun olaya uygulanmasında hata edilip de yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığı takdirde veya kararın gerekçesinde hata edilmiş ise düzelterek yeniden esas hakkında karar verecektir.

11. Gelinen bu aşamada temyiz kanun yolu üzerinde durulmasında da yarar bulunmaktadır. Temyiz kanun yolu 6100 sayılı Kanun’un 361 inci maddesine göre kural olarak bölge adliye mahkemelerinin kararlarına karşı başvurulabilen bir kanun yoludur. 362 nci maddesinde ise temyiz edilemeyen kararlar hakkında düzenleme yapılmıştır.

12. Temyiz sebepleri ise Kanun’un 371 inci maddesinde sayılmıştır. Bunlar; hukukun veya taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması, dava şartlarına aykırılık bulunması, taraflardan birinin davasını ispat için dayandığı delillerin kanuni bir sebep olmaksızın kabul edilmemesi ve karara etki eden yargılama hatası veya eksiklikler bulunması olarak belirtilmiş olmakla birlikte, aynı Kanun’un 369 uncu maddesinin birinci fıkrasındaki hükmü gereğince Yargıtay tarafların ileri sürdükleri temyiz sebepleriyle bağlı olmayıp, kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü diğer hususları da inceleyebilir. Temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay, taraflarca ileri sürülen veya kendisinin tespit ettiği temyiz sebeplerini yerinde görürse bozma kararı verecektir.

13. Üç aşamalı yargı sistemine geçilmesi nedeniyle Yargıtayın bozma kararı üzerine dosyayı derece mahkemelerinden hangisine göndereceği ise 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinde düzenlenmiş olup anılan madde;

“(1) Yargıtay ilgili dairesinin tamamen veya kısmen bozma kararı, başvurunun bölge adliye mahkemesi tarafından esastan reddi kararına ilişkin ise bölge adliye mahkemesi kararı kaldırılarak dosya, kararı veren ilk derece mahkemesine veya uygun görülecek diğer bir ilk derece mahkemesine, kararın bir örneği de bölge adliye mahkemesine gönderilir.

(2) Bölge adliye mahkemesinin düzelterek veya yeniden esas hakkında verdiği karar Yargıtayca tamamen veya kısmen bozulduğu takdirde dosya, kararı veren bölge adliye mahkemesi veya uygun görülen diğer bir bölge adliye mahkemesine gönderilir.

(3) Bölge adliye mahkemesi, 344 üncü madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra Yargıtayın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir.

(4) Yargıtayın bozma kararı üzerine ilk derece mahkemesince bozmaya uygun olarak karar verildiği takdirde, bu karara karşı temyiz yoluna başvurulabilir.

(5) İlk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesi kararında direnirse, bu kararın temyiz edilmesi durumunda inceleme, kararına direnilen dairece yapılır. Direnme kararı öncelikle incelenir. Daire, direnme kararını yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderir.

(6) (Ek: 17/4/2013-6460/1 md.) Davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi, her hâlde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır.

(7) Hukuk Genel Kurulunun verdiği karara uymak zorunludur” hükmünü taşımaktadır.

14. Görüleceği üzere Yargıtayın bozma kararı bölge adliye mahkemesinin ilk derece mahkemesi tarafından verilen kararı kaldırıp düzelterek verdiği bir karar veya ilk derece mahkemesi kararını kaldırıp davanın esası hakkında yeniden verdiği bir karara ilişkin ise dosya kararı vermiş olan bölge adliye mahkemesine veya uygun görülen başka bir bölge adliye mahkemesine gönderilecektir.

15. Ancak bozma kararı, bölge adliye mahkemesi tarafından verilen istinaf başvurusunun esastan reddi kararına ilişkin ise bölge adliye mahkemesi kararı kaldırılarak dosya, kararı veren ilk derece mahkemesine veya uygun görülecek diğer bir ilk derece mahkemesine, kararın bir örneği de bölge adliye mahkemesine gönderilir.

16. Burada iki durum arasındaki fark şu noktadadır: Birincisinde (6100 sayılı Kanun md. 373/2), bölge adliye mahkemesi ilk derece mahkemesi kararını yanlış bulup yeni bir karar vermiştir; ikincisinde ise (6100 sayılı Kanun md. 373/1), bölge adliye mahkemesi ilk derece mahkemesi kararını doğru bularak istinaf başvurusunu reddetmiştir. Birincisinde, dosyanın kararı veren bölge adliye mahkemesine gönderilmesi normaldir. Çünkü artık ilk derecenin bir kararı mevcut değildir, bozulan karar bölge adliye mahkemesinin kararıdır, dosya kararı bozulan mahkemeye gönderilmektedir. İkincisinde ise her ne kadar bozma kararı bölge adliye mahkemesi kararına ilişkin olsa da, özünde ilk derecenin kararı bozulmuştur; çünkü bu durumda istinaf aşamasında bir karar verilmemiş, sadece ilk derecenin kararı doğru bulunmuş ve istinaf başvurusu reddedilmiştir. İstinafın kararı bozulmakla, aslında ilk derecenin kararı yanlış bulunduğundan dosya ilk dereceye gönderilmektedir (… Pekcanıtez, Muhammet Özekes, Mine Akkan, Hülya Taş Korkmaz, Pekcanıtez Usûl Medeni Usûl Hukuku, C. III, İstanbul 2017, s. 2302). Dosya ilk derece mahkemesine gönderilmiş ve ilk derece mahkemesi bozma kararına uymuş ise, bozmaya uyularak verilen karara karşı temyiz yoluna başvurulabilir.

17. Dosyanın bölge adliye mahkemesine gönderildiği durumlarda bölge adliye mahkemesi, 6100 sayılı Kanunun 360 ıncı maddesinin atfıyla ilk derece mahkemelerinde uygulanan yargılama usulüne göre 344 üncü madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra Yargıtayın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir. Gerek ilk derece mahkemesi, gerekse bölge adliye mahkemesi bozma kararına direnirse bu kararın temyiz edilmesi durumunda inceleme, kararına direnilen dairece yapılır ve daire direnme kararını yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderir.

18. Bölge adliye mahkemesinin, ilk derece mahkemesi kararını kaldırarak düzelterek yeniden karar vermesi durumunda 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrasındaki açık hüküm nedeniyle dosyanın bölge adliye mahkemesine gönderilmesi gerektiği kuşkusuzdur. Dolayısıyla bölge adliye mahkemesinin düzelterek verdiği kararın bozulması nedeniyle dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesi mümkün olmadığı gibi dosya yanılgı sonucu ilk derece mahkemesine gönderilse dahi ilk derece mahkemesinin bozma kararı hakkında uyma yahut direnme kararı vermesi bir sonuç doğurmayacaktır. Zira böyle bir durumda bozma kararına uyma yahut direnme kararını verme yetki ve yükümlülüğü bölge adliye mahkemesine aittir. İlk derece mahkemesi kararını kaldırılarak yeniden hüküm kurulması nedeniyle hüküm mahkemesi sıfatı devam eden bölge adliye mahkemesinin, kararın bozulması durumunda bozmaya uyma ya da direnme şeklinde uyuşmazlığı sona erdirecek, infaza elverişli bir karar vermesi gerekir.

19. Yapılan açıklamalar ışığında ön sorun değerlendirildiğinde; ilk derece mahkemesi kararının taraf vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince davacı vekilinin istinaf başvurusun esastan reddine, davalılar vekilinin istinaf başvurusunun kısmen kabulüne, mahkeme kararının kaldırılarak davacının açmış olduğu tacirler arası akaryakıt bayilik sözleşmesinden kaynaklanan alacak için yapılan icra takibine itirazın iptali davası sübut bulmadığından esastan reddine, davacının icra takibinde haksız olduğu sabit ise de kötüniyetli olduğuna yönelik kanaat oluşmadığından davacı aleyhine kötüniyet tazminatına hükmedilmesine yer olmadığına, davalılar kendilerini bir vekille temsil ettirdiğinden dolayı AAÜT gereğince reddedilen 32.236.495,55 TL üzerinden hesap edilen 410.989,00 TL vekâlet ücreti takdirine, bu bedelin davacıdan tahsiline, davalılar vekilinin diğer istinaf taleplerinin reddine karar verilmiştir. Kararın taraf vekillerince temyizi üzerine Özel Dairece, yukarıda yazılı gerekçeyle karar bozulmuş ve dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesini müteakip ilk derece mahkemesince direnme kararı verilmiştir.

20. Bölge adliye mahkemesince ilk derece mahkemesi kararı kaldırılmak suretiyle yeniden kurulan hükme ilişkin Özel Daire bozma kararı sonrası dosya ilk derece mahkemesine gönderilmiş ise de, 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası gereğince dosyanın kararı veren bölge adliye mahkemesine gönderilmesi gerekli ve zorunlu iken, yanılgı sonucu dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmiş olması, bölge adliye mahkemesinin 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında bozma kararına karşı uyma veya direnme kararı verme yetkisini ortadan kaldırmayacağı gibi bu yetkinin ilk derece mahkemesine geçeceği sonucunu da doğurmaz. Başka bir anlatımla ilk derece mahkemesince direnme adı altında verilen kararın bir sonuç doğurduğundan ya da tarafların leh ve aleyhine usule ilişkin hak bahşettiğinden söz edilemez.

21. Yapılan açıklamalar karşısında, Özel Daire bozma kararı sonrasında dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrasına aykırı olarak ilk derece mahkemesine gönderilmesi üzerine ilk derece mahkemesince, bozma kararı hakkında aynı maddenin üçüncü fıkrası çerçevesinde bir karar vermek üzere dosyanın bölge adliye mahkemesine gönderilmesi gerekirken, anılan Kanun hükmüne aykırı şekilde direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

22. O hâlde ilk derece mahkemesi kararı yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı usulden bozulmalıdır.

VII. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

İlk Derece Mahkemesi kararının yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince usulden BOZULMASINA,

Bozma nedenine göre taraf vekillerinin işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,

Dosyanın Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmek üzere 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine,

11.10.2023 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.

HGK. 11.10.2023 T. E: 2022/11-659, K: 937

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu