2023 YılıHGKİcranın İadesi (İİK 40)Kesinleşmeden İcraya Konulamayacak İlamlarTakip Açılış

Takibe dayanak ilâmın tapu sicil kayıtlarında değil, mal varlığında değişiklik oluşturacak nitelikte olması halinde ilâmın takibe konulması için kesinleşmesinin gerekmediği-

Takibe dayanak ilâmın tapu sicil kayıtlarında değil, mal varlığında değişiklik oluşturacak nitelikte olması halinde ilâmın takibe konulması için kesinleşmesinin gerekmediği- “Gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil istemi ile açılan davada, mahkemece verilen kararın bozulmasından sonra ıslah ile talebin tazminata dönüştürülmesinin ve para alacağının hüküm altına alınmasının, davanın temelde taşınmazın aynına ilişkin olmasını değiştirmediği, temyiz edilen takibe dayanak kararın bozulması durumunda tapu iptali ve tescil kararı verilebileceği, bu nedenle kesinleşmeden takibe konulamayacağı, ayrıca takibe dayanak karara göre açılmamış sayılmasına karar verilen birleşen davada da tapu iptali ve tescil talebinin bulunduğu, bozma kararının yerinde olduğu” şeklindeki görüşün HGK çoğunluğu tarafından benimsenmediği-

Taraflar arasındaki şikâyet isteminden dolayı yapılan inceleme sonunda İlk Derece Mahkemesince şikâyetin kabulü ile takibin iptaline karar verilmiştir.

Kararın alacaklılar vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle şikâyetin reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı borçlular vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 12. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı borçlular vekilince temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. TALEP

Şikâyetçi borçlular vekili; alacaklılar vekili tarafından müvekkilleri aleyhine başlatılan ilâmlı icra takibinde icra emrinin 25.11.2020 tarihinde elektronik ortamda tebliğ edildiğini, ilâmlı takibe dayanak olan Antalya Asliye 4. Hukuk Mahkemesinin 2019/377 Esas, 2020/275 Karar sayılı kararının kesinleşmeden icraya konulamayacağını, söz konusu ilâmın taşınmazın aynına taalluk eden davalara ilişkin olduğunu, karara göre alacaklıların düzenleme şeklinde gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayalı olarak tapu iptali ve tescil davası açtıklarını, mahkemece verilen davanın reddine ilişkin kararın Yargıtay tarafından bozulması üzerine yargılama devam ederken alacaklıların tapu iptali ve tescil istemi ile açtıkları başka bir davanın bu dosya ile birleştirildiğini, alacaklıların asıl davayı ıslah ederek tazminat talep ettiklerini, birleşen davada ise tapu iptali ve tescil talebinde bulunduklarını ancak harç ikmal edilmediğinden mahkemece birleşen davanın açılmamış sayılmasına, asıl davada ise tazminat isteminin kabulüne karar verildiğini, davanın temelinin gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayandığını, alacaklıların tapu iptali ve tescil istemlerini tazminata dönüştürmüş olmalarının davayı taşınmazın aynına yönelik olmaktan çıkarmayacağını, birleşen davada tapu iptal ve tescil isteminin bulunduğunu, tefrik kararı verilmediği gibi birleşen davada verilen davanın açılmamış sayılmasına ilişkin kararın da kesinleşmediğini ileri sürerek takibin iptaline karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Alacaklılar vekili; müvekkilleri tarafından şikâyetçi borçlular aleyhine tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tazminat talebi ile dava açıldığını, dava açıldıktan sonra davacıların talebini ıslah ederek tazminat talep ettiklerini, zira dava konusu taşınmazların aynen ifasına imkân kalmadığını, davaya tazminat davası olarak devam edilerek hüküm kurulduğundan artık terditli talepten söz edilemeyeceğini, takibe dayanak olan davada taşınmazın aynına ilişkin herhangi bir talebin kalmadığını, bu nedenle mahkemece tapu iptal ve tescil yönünden  hüküm kurulmayarak tazminata hükmedildiğini, birleşen dava yönünden harç tamamlanamadığından davanın açılmamış sayılmasına karar verildiğini, sicilde değişikliğe yol açacak şekilde taşınmazın aynına ilişkin tescil hükmü bulunmadığından takibe dayanak ilâmın kesinleşmesinin gerekmediğini belirtilerek şikâyetin reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 27.11.2020 tarihli  ve 2020/572 Esas, 2020/608 Karar sayılı kararı ile; dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, takibin dayanağı olan ilâmda tapu iptali ve tescil talebinin ıslah edilerek tazminat davası olarak davaya devam edildiği, takibe dayanak olan ilâmın henüz kesinleşmediği, ilâmda yer alan tüm alacak kalemlerinin ilâmın kesinleştiği tarihte muaccel hâle geleceği, ilâmın esası hakkındaki hükmü kesinleşmeden fer’i nitelikte olan vekâlet ücretine ilişkin kısım infaza ve icra takibine konu edilemeyeceği gerekçesiyle şikâyetin kabulü ile takibin davacılar (şikâyetçiler) yönünden iptaline karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde alacaklılar vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesinin 23.09.2021 tarihli ve 2021/412 Esas, 2021/1946 Karar sayılı kararı ile; somut olayda takip konusu ilâma göre gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil istemiyle dava açılmış ise de ıslahtan sonra davanın gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayalı tazminat davasına dönüştüğü, takip konusu ilâmın tarafların hukuki durumunda, sicil ve kayıtlarda değişiklik yaratacak nitelikte olmadığı, hakkın özü ile ilgili olmayıp mal varlığında değişiklik yaratacak nitelikte olduğu, takip konusu ilâmın kesinleşmeden infaz edilebileceği gerekçesiyle şikâyetçi borçluların istinaf başvurularının 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 353/1-b-2 maddesi uyarınca esastan kısmen kabulüne, İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına ve şikâyetin reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ İNCELEME SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde borçlular vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;  “..Somut olayda, takip konusu ilamın incelenmesinde, davanın önce tapu iptal tescil davası olarak açıldığı, daha sonra davayı ıslah ederek talebini bedele dönüştürerek  pay alacağının talep edildiği anlaşılmıştır. Her ne kadar mahkemece alacağa hükmedilmiş ise de, temelde dava gayrimenkulün aynına taalluk ettiğinden, ilam kesinleşmeden ilamlı icra takibine konulamaz.

O halde, ilk derece mahkemesinin şikayetin kabulü ile takibin iptaline ilişkin kararı yerinde olup, Bölge Adliye Mahkemesince alacaklının istinaf isteminin esastan reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki gerekçe tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Direnme kararına karşı süresi içinde borçlular vekilince temyiz isteminde bulunulmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Borçlular vekili; takibe dayanak ilâmda gayrimenkul satış vaadine dayalı tapu iptali ve tescil isteminin taşınmazın aynına taalluk ettiği hususunun tartışmasız olduğunu, alacaklıların davasını münhasıran tescil istemine hasrettiklerini, bozma kararından sonra yapılan ıslah ile tapu iptali ve tescil isteminin tazminata dönüştürülmek istenildiğini, bozmadan sonra ıslahın mümkün olmadığını, ıslahın geçerli olup olmadığının Yargıtay’ın temyiz incelemesi sonucu ortaya çıkacağını, buna göre takibe konu ilâmın tapu iptali ve tescil davası mı yoksa tazminat davası mı olduğu hususunun belirleneceğini, diğer taraftan ıslah talebi geçerli olsa da davanın taşınmazın aynına taalluk ettiğini, aynen ifa olanağı kalmadığını beyan etmediklerini, birleşen dava yönünden ise asıl davanın ıslah talebi ile tazminata dönüştüğü kabul edilse bile birleşen davanın tapu iptali ve tescil istemli olduğu ve tescil isteminin tefrik edilmediğini, açılmamış sayılma kararının kesinleşmediğini, alacaklılar vekilince cevap dilekçesi ekinde sunulan kararların Özel Dairenin denetiminden geçmediğini ileri sürerek resen gözetilecek nedenlerle de kararın bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil davası olarak açılan davada ıslah ile talep sonucunun tazminata dönüştürüldüğü ve para alacağının hüküm altına alındığı mahkeme kararının ilâmlı icra takibine konu edildiği dikkate alındığında, kararın kesinleşmeden ilâmlı icra takibine konu edilip edilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

1.2004 sayılı Kanun’un 32 nci maddesi.

2. 6100 sayılı Kanun’un 294, 301 ve 367 nci maddeleri.

3. 6100 sayılı Kanun’un “Temyizin icraya etkisi” kenar başlıklı 367 nci maddesi şöyledir:

“(1) Temyiz, kararın icrasını durdurmaz. İcra ve İflas Kanununun icranın geri bırakılmasıyla ilgili 36 ncı maddesi hükmü saklıdır. Nafaka kararlarında icranın geri bırakılmasına karar verilemez.

(2) Kişiler hukuku, aile hukuku ve taşınmaz mal ile ilgili ayni haklara ilişkin kararlar kesinleşmedikçe yerine getirilemez.”

4. Anayasa Mahkemesinin 16.03.2016 tarihli ve 2015/104 Esas, 2016/20 Karar sayılı kararına konu itiraz başvurusunda, itiraz yoluna başvuran mahkeme 6100 sayılı Kanun’un 350 nci ve 367 nci maddelerinin (2) numaralı fıkralarında yer alan “Kişiler hukuku, aile hukuku.”, “.ile ilgili.” ve “.haklara ilişkin kararlar kesinleşmedikçe yerine getirilemez.” ibareleri ile 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (1086 sayılı Kanun), 443 üncü maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan “.aile ve şahsın hukukuna mütedair hükümler katiyet kesbetmedikçe icra olunamaz.” ibaresinin ve aynı Kanun’un 5236 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 16 ncı maddesiyle yeniden düzenlenen 433 üncü maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Kişiler ve aile hukukuna,.” ve “.ilişkin kararlar kesinleşmedikçe yerine getirilemez.” ibarelerinin iptalini talep etmiş ve Anayasa Mahkemesince ilgili düzenlemelerin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın reddine karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

“…17. Medeni usul hukukumuzda ilk derece mahkemesinin verdiği bir hükmün icra edilebilmesi için kural olarak o hükmün kesinleşmesi gerekmemektedir. İtiraz konusu kuralın da yer aldığı Kanun’un 433. maddesinde de, temyizin kararın icrasını durdurmayacağı hüküm altına alınmıştır. Bununla birlikte kanunda açıkça öngörülmek suretiyle bazı istisnai hallerde birtakım ilâmların icra edilebilmesi için kesinleşmesi zorunluluğunun öngörülmesi de mümkündür.

18. 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 40. maddesinin (2) numaralı fıkrasında da bir ilâm hükmünün icra edildikten sonra başvurulan kanun yolunda bozulup da aleyhine icra takibi yapılmış olan kimsenin hiç veya o kadar borcu olmadığı kesin olarak ortaya çıktığında, ayrıca hükme hacet kalmaksızın icranın tamamen veya kısmen eski hâline iade olunacağı ifade edilmektedir. Bu şekilde kesinleşmeden icra edilebilen ilamların bozulması hâlinde icranın mümkün olduğunca, eski hâli temin edecek şekilde iadesi sağlanmak istenmiştir. Ancak bazı ilamların kesinleşmeden icra edilmesi halinde, daha sonra üst mahkemece kanun yoluna başvuru sonucu ilam bozulduğunda, icranın iadesi, mümkün olamayabilir. Bu durum özellikle aile hukukunda daha da belirgindir. Kanun koyucu bu nedenle, kamu düzenine olan etkilerini de dikkate alarak, aile hukukuna ilişkin ilamların kesinleştikten sonra icra edilmelerini kabul etmiştir. Bununla birlikte ilamın kesinleşmesinin beklenmesi halinde taraflardan birinin çok zor durumda kalabileceği nafaka gibi bazı durumlar genel kuraldan istisna tutulmuştur…”

2. Değerlendirme

1.İlâmlı icra; konusu para veya paradan başka bir şey olan her türlü alacağın ilâm ya da ilâm niteliğinde bir belge almak kaydıyla cebri icra yolu ile tahsilinin istenmesi hâlinde ortaya çıkan takip yolu olarak tanımlanabilir (L.Şanal Görgün, L. Börü, M. Kodakoğlu, İcra ve İflas Hukuku, 3. Baskı, Ankara, 2022, s.369).

2. Alacaklının ilâmlı icra takibi yapabilmesi için elinde bir mahkeme ilâmı ya da kanunların bu kuvvete sahip kıldığı bir belgenin bulunması gerekir. 6100 sayılı Kanun’un 294 üncü maddesinin birinci fıkrasına göre mahkeme davayı usule veya esasa ilişkin nihai bir karar ile sona erdirir. Yargılama sonunda uyuşmazlığın esası hakkında verilen nihai karar hüküm olarak adlandırılır. Mahkemenin nihai kararının davanın taraflarından her birine verilen imzalı ve mühürlü örneklerine ise ilâm denir (6100 sayılı Kanun md. 301/1,2).

3. İlâmın özünü hüküm sonucu (hüküm fıkrası) oluşturur. Bu durumda, ilâmın doğru ve tam icra edilebilmesi için hüküm sonucunun son derece açık bir biçimde kaleme alınmış olması gerekir. Hüküm sonucu yeteri kadar açık değilse icrası sırasında şüphe ve tereddüt uyandırıcı durumlar ortaya çıkabileceğinden ilâmın yanlış icra edilmesi veya hiç icra edilememesi gibi bir sorun ile karşı karşıya kalınabilir. Nitekim 6100 sayılı Kanun’un 297 nci maddesinin ikinci fıkrasında da hükmün sonuç kısmında taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerektiği belirtilmiştir.

4. İlâmlı icra takibinin dayanağını oluşturan ilâmdan, yargılamaya son veren ve taraflar arasındaki uyuşmazlığı esastan çözümleyen mahkeme kararlarını bir başka ifadeyle hâkimin davadan elini çekmesi sonucunu doğuran esasa ilişkin nihai kararları (hükümleri) anlamak gerekir. Bu durumda, usule ilişkin nihai kararlar (örneğin görevsizlik, yetkisizlik kararları gibi) yalnızca usule ilişkin sorunları çözümleyip işin esasına ilişkin herhangi bir düzenleme içermediklerinden cebri icraya elverişli bir nitelik taşımazlar. Bu itibarla ilâmın icra edilebilmesi için yargılamaya son vermesi ve uyuşmazlığı esastan çözümlenmesi yeterli olmayıp ayrıca cebri icraya elverişli bir nitelik taşıması gerekmektedir (Süha Tanrıver, İlâmlı İcra Takibinin Dayanakları ve İcranın İadesi, Ankara, 1996, s.40-43). İlâmlı icra takibinin bir dayanağını da ilâm niteliğinde belgeler oluşturur. 2004 sayılı Kanun’un 38 inci maddesinde gerçekte ilâm olmadıkları hâlde yasa gereği “ilâm mahiyetini haiz belgeler” sayılmış; bazı özel kanunlarda da ilgili bulundukları konuda birtakım belgelerin ilâm niteliğinde olduğu kabul edilmiştir.

5. İlâmların icrası 2004 sayılı Kanun’un İkinci Babında 24 ila 41 inci maddeler arasında düzenlenmiştir. Alacaklı elindeki ilâmı icra müdürlüğüne vererek takip talebinde bulunur (2004 sayılı Kanun md. 35). Takip talebini ve bunun dayanağı olan belgeyi alan icra müdürü bir icra emri düzenleyerek borçluya gönderir (2004 sayılı Kanun md. 24-26, md. 30-32). İcra müdürü takip talebi ile birlikte verilen belgenin ilâm veya ilâm niteliğinde bir belge olup olmadığını kendiliğinden inceler. İlâmlı icra konusu olacak bir belgeye dayanmayan takip talebini esas alarak icra emri gönderilirse, bu süresiz şikâyet konusu olur. Alacaklının verdiği belge ilâm veya ilâm niteliğinde bir belge ise icra müdürü takip talebine ve ilâma uygun bir icra emri düzenler ve borçluya gönderir. İcra emrinin mutlaka ilâma uygun olması gerekir; aksi takdirde süresiz şikâyet yoluna başvurabilir. Önemle belirtmek gerekir ki, bir ilâmın infaz edilecek kısmı hüküm bölümüdür, bu kısım değiştirilmeden aynen icra edilmelidir. İcra memurunun takip konusu ilâmı (veya ilâm niteliğindeki belgeyi) yorumlama, değiştirme, tavzih etme gibi bir yetkisi yoktur; eğer ilâm icraya elverişli değilse (örneğin tavzih gerekiyorsa) icra memuru ilâmı icraya koymamalı, alacaklıdan bu konuda gerekli işlemi yapmasını istemelidir; ancak kendisi mahkeme yerine geçerek ilâmdaki eksikliği tamamlayamaz, ilâmı yorumlayamaz (M. Özekes vd., İcra ve İflâs Hukuku, İstanbul, Dokuzuncu Bası, 2022, s.316.).

6. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 25.06.2008 tarihli ve 2008/12-451 Esas, 2008/453 Karar;  28.05.2019 tarihli ve 2017/8-1916 Esas, 2019/616 Karar; 21.09.2021 tarihli ve 2017/12-750 Esas, 2021/1048 Karar sayılı kararlarında da ilâmların infaz edilecek kısmının hüküm bölümü olup hükmün içeriğinin aynen infazının zorunlu olduğu vurgulanmıştır.

7. Alacaklının bir ilâma dayanarak ilâmlı icra takibi yapabilmesi için hükmün kesinleşmiş olması kural olarak şart değildir; hüküm kesinleşmeden de alacaklı ilâmlı icra yoluna başvurabilir. Karara karşı kanun yoluna başvurulmuş olması (istinaf veya temyiz) kural olarak ilâmın icrasını durdurmayacaktır (6100 sayılı Kanun md. 350, 367/1). Ancak bazı istisnai durumlarda ilâm kesinleşmedikçe icraya konulamaz. 6100 sayılı Kanun’un yukarıda yer verilen 367 nci maddesinin ikinci fıkrasına göre kişiler hukuku, aile hukuku ve taşınmaz mal ile ilgili ayni haklara ilişkin kararlar kesinleşmedikçe yerine getirilemez. Madde gerekçesinde de bu husus şu şekilde açıklanmıştır: “…Hukukumuzda eskiden beri bazı kararların kesinleşmedikçe yerine getirilmemesi de (icraya konulmaması) benimsenmiş bir ilkedir (örneğin, Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanunun 34, Sayıştay Kanununun 64, İdarî Yargılama Usulü Kanununun 52, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 536 ncı maddesinde olduğu gibi).

Bu düzenlemeye sadık kalınarak, maddede değişiklik yapılmadan, kişiler ve (nafaka kararları hariç) aile hukukuna, taşınmaz mal ile ilgili aynî haklara ilişkin kararların kesinleşmedikçe yerine getirilemeyeceği, maddenin ikinci fıkrasında açıklanmıştır.”

8. Hemen belirtmek gerekir ki, aynı düzenlemeye mülga 1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 443 üncü maddesinin dördüncü fıkrasında “…Gayrimenkule ve buna mütaallik aynı haklara ve aile ve şahsın hukukuna mütedair hükümler katiyet kesbetmedikçe icra olunamaz…” hükmü ile yer verilmiştir. Kanun koyucunun böyle bir düzenleme öngörmesinin nedeni, bu maddede sözü edilen ilâmların temyiz incelemesi sonucunda bozulması durumunda, eski hâlin iadesinin sağlanmasının son derece güç olacağı düşüncesinden kaynaklanmaktadır (Tanrıver, s. 153). Gerek gayrimenkullere, gerek şahıs ve aile hukukuna ilişkin hükümlerin icrası tapu sicilleriyle ahvali şahsıye sicillerindeki kayıtların değiştirilmesini gerektirir. Kanun yolu yargılaması sonunda hükmün bozulması ve aksi istikamette yeni bir hükmün çıkması hâlinde ise bu sicillerde tekrar değişiklik yapmak zorunluluğu ile karşılaşılır. Bu arada hüsnüniyet sahibi kimselerin o kayıtlara dayanarak yaptıkları işlemlerin akıbetinin ne olacağı sorunu ortaya çıkabilir. (B., N.: Medeni Yargılama Hukukunda Karar Düzeltme, Ankara 1973, s. 171- 172). İşte bu gibi sakıncaları önlemek adına kişiler hukuku, aile hukuku ve taşınmaz mal ile ilgili ayni haklara ilişkin kararların kesinleşmedikçe yerine getirilemeyeceği kabul edilmiştir.

9. Bu genel açıklamalardan sonra 6100 sayılı Kanun’un 367 nci maddesinin ikinci fıkrasının uyuşmazlıkla ilgili olan “taşınmaz mal ile ilgili ayni haklara ilişkin kararlar” kısmına yönelik açıklama yapılmasında yarar bulunmaktadır. Bu itibarla öncelikle ilgili kavramlar üzerinde kısaca durulmalı, sonrasında somut olay ile ilgili değerlendirme yapılmalıdır.

10. Türk Hukuk Lûgatında taşınmaz “Yeri değiştirilemeyen iyelik (mülkiyet) konusu olan mallar” olarak tanımlanmıştır (Türk Hukuk Lûgatı Türkçe-Türkçe Cilt I, Ankara, 2021, s.819). Aynî haklar ise eşya üzerinde doğrudan hâkimiyet sağlayan ve bu nedenle herkese karşı ileri sürülebilen mutlak haklardır. Kural olarak taşınmazlar üzerindeki ayni haklar tescille kazanılır [4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (4721 sayılı Kanun) md. 705/1]. Tescil, tapu kütüğünde ayni hakka ilişkin kaydı ifade eden teknik bir terimdir. Tapu sicilinin taşınmazlar üzerindeki ayni hakları gösterebilmesi için öncelikle taşınmazın tapu siciline kaydı gerekmektedir. Çünkü 4721 sayılı Kanun’un 1000 inci maddesinin birinci fıkrasında, her taşınmaza kütükte bir sayfa açılacağı belirtilerek, tapu sicilinin oluşturulmasında ayni sistem adı verilen sistem kabul edilmiştir.

11. Tapu sicili, 4721 sayılı Kanun’un 7 nci maddesi uyarınca içeriğinin doğruluğu karine olarak kabul edilen bir resmî sicildir. Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Bu itibarla, tapuda taşınmazla ilgili kayıtlara ilişkin olarak tapu siciline güven ilkesi benimsenmiştir.

12. Bu çerçevede taşınmaz mal ile ilgili ayni haklara ilişkin kararların kesinleşmeden icra edilemeyeceğine ilişkin kuralın ihdas gerekçesinin ayrıca açıklanması önem arz etmektedir. Bu kuralın temelinde, taşınmazların yüksek ekonomik değer taşımaları yatmaktadır. Taşınmazlara ilişkin ilâmların icrası tapu sicilinde değişiklik yapılmasını gerektireceğinden ilâm kesinleşmeden yapılan değişiklikler, daha sonra ilâmın bozulması ve aksi yönde bir ilâm verilmesi durumunda tapu sicili kayıtlarında tekrar değişikliğe yol açar. Bu süreçte iyiniyetli kişilerin tapu sicili kayıtlarına güvenerek yaptıkları işlemler ve kazandıkları hakların durumu ise ayrı bir tartışma konusu olur. Bu tür telafisi güç veya imkansız sakıncaların doğmasını önlemek için kanun koyucu, taşınmaz mala ve taşınmaz mal üzerindeki ayni haklara ilişkin ilâmların ancak kesinleştikten sonra icra edilmesine izin vermiştir (M. S. Ö., Avrupa Birliği ve Türk Hukukunda İlâmlı İcranın Etkinliği, 4. Baskı, Ankara, 2022, s.805). Buna karşılık taşınmazın aynına ilişkin olmayan (taşınmaz üzerindeki kişisel-şahsi haklara ilişkin olan) ilâmların icraya konulabilmesi için kesinleşmiş olmalarına gerek yoktur; yani bu ilâmlar kesinleşmeden icraya konulabilir (B. Kuru, İcra ve İflas Hukuku El Kitabı, Ankara, 2013, s.923).

13. Somut uyuşmazlıkta, 19.11.2020 tarihli takip talebi ile Antalya Genel İcra Dairesinin 2020/254648 Esas sayılı icra dosyası üzerinden alacaklılar tarafından şikâyetçi borçlular aleyhine ilâmlı icra takibi başlatıldığı, takibe dayanak ilâmın ise Antalya 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 16.10.2020 tarihli ve 2019/377 Esas, 2020/275 Karar sayılı kararı olduğu görülmektedir. Takibe dayanak karardan; asıl davada davacıların gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil talebinde bulundukları, Mahkemece ifa tarihinde satışa konu taşınmazın belirlenebilir nitelikte bulunmadığından davanın reddine dair verilen kararın temyizi üzerine Yargıtay 14. Hukuk Dairesi tarafından “sözleşmenin değişen durumlara tahvili kuralına göre, satışı vadedilen taşınmazların gittilerinden vadedilen 6.000 m2’ye karşılık gelen kısmın belirlenmesi ve bu paya göre tescil hükmü kurulması” gerekçesi ile kararın bozulduğu, bozma kararından sonra davanın ıslah edilerek talebin bedele dönüştürüldüğü ve satışı vadedilen 6.000 m2’lik kısmın dava tarihindeki değeri olarak belirlenen tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesinin talep edildiği, birleşen davada ise gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil isteminde bulunulduğunu, bu davanın asıl dava ile birleştiği, yapılan yargılama sonucunda davanın kısmen kabulüne karar verildiği anlaşılmaktadır. Kararın hüküm kısmı;

“A)Asıl dava yönünden,

1-Davanın kısmen kabulüne,

2-5.757.815,22 TL’nin 10/04/2007’den işleyecek kanuni faizi ile davalılardan alınarak davacıya verilmesine,

3-Fazla istemin reddine,….

B) Antalya 8. Asliye Hukuk Mahkemesinden birleşen 2009/91E.sayılı dava yönünden,

1-492 sayılı Kanunun 16,28 ve 30.maddeleri ile HMK’nın 150.maddesi uyarınca davanın açılmamış sayılmasına…” şeklindedir.

14. Şikâyet konusu ilâmlı icra takibinde alacaklılar vekili tarafından 5.757.815,22 TL asıl alacak ile karar ve ilâm harcı, yargılama gideri, vekâlet ücreti, işlemiş faiz olmak üzere toplam 13.060.862,95 TL’nin tahsili talep edilmiştir. Bu açıklamalara göre alacaklılar tarafından ilâmlı icra takibine konu edilen mahkeme kararında para alacağının hüküm altına alındığı ve ilâmlı icra takibinde para alacağının tahsilinin talep edildiği dikkate alındığında, somut uyuşmazlıkta taşınmaz mal ile ilgili ayni hakka ilişkin bir kararın söz konusu olmadığı açıktır. Diğer taraftan takibe dayanak mahkeme kararının cebri icra yolu ile yerine getirilmesi durumunda tapu sicilinde herhangi bir değişikliğin ortaya çıkmayacağı da ortadadır. Bu anlamda taşınmaz mal ile ilgili ayni hakka ilişkin bir mahkeme kararının söz konusu olup olmadığı belirlenirken, kararın yerine getirilmesi durumunda tapu sicilinde değişikliğe yol açıp açmayacağı gözetilmek suretiyle sonuca gidilmelidir. Aksi düşüncenin kabulü hâlinde; takibe konulan ilâmın hüküm kısmının nazara alınmayıp, davanın türü ve niteliğinin icra müdürü tarafından kontrol edilmesini gerektirir ki bu durum hem yasal olarak hem de fiilen mümkün bulunmamaktadır.

15. Özellikle vurgulamak gerekir ki, ilâmlı icra bakımından önemli olan davanın türü değil, hükmün niteliğidir. Yukarıda da ayrıntılı olarak açıklandığı üzere bir ilâmın infaz edilecek kısmı hüküm bölümüdür. Somut olayda takibe dayanak ilâm tapu sicil kayıtlarında değil, mal varlığında değişiklik oluşturacak nitelikte olduğundan ilâmın takibe konulması için kesinleşmesi gerekmemektedir.

16. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 10.11.2020 tarihli ve 2017/8-2833 Esas, 2020/855 Karar ve 28.12.2022 tarihli ve 2021/12-281 Esas, 2022/1937 Karar sayılı kararlarında da benzer sonuçlara varılmıştır.

17. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, ilâmlı icra takibine dayanak karardan anlaşıldığı üzere somut olayda gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil istemi ile dava açıldığı, mahkemece verilen kararın bozulmasından sonra ıslah ile talebin tazminata dönüştürülmesinin ve para alacağının hüküm altına alınmasının davanın temelde taşınmazın aynına ilişkin olmasını değiştirmediği, takibe dayanak ilâmın temyiz edildiği, kararın bozulması durumunda tapu iptali ve tescil kararı verilebileceği, bu nedenle kesinleşmeden takibe konulamayacağı, ayrıca takibe dayanak karara göre açılmamış sayılmasına karar verilen birleşen davada da tapu iptali ve tescil talebinin bulunduğu, bozma kararının yerinde olduğu ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

18.  Bu nedenle, usul ve yasaya uygun direnme kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir.

VII. KARAR

Açıklanan sebeplerle; Borçlular vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA, Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına, Dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 29.03.2023 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.

HGK. 29.03.2023 T. E: 2022/12-692, K: 264

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu